‘Alıntı aydınlar’ üzerine bir çeşitleme...

04 Nisan 2016 Pazartesi

Bütün zamanlarda, aydın olmanın temel kaynağını bildiklerini paylaşmada, özgün düşünce üretmekte ve öğrendikçe daha bir alçakgönüllü olmakta bulan gerçek aydınların yanı sıra, “alıntı aydınlar” diye adlandırılabilecek bir tür de varlığını hep korumuştur.
Bu aydınların kendilerini çevrelerine bir otorite olarak benimsetme şansları, yaşadıkları çevrenin genel bilgi ve düşünme düzeyiyle doğrudan orantılıdır. Bu düzeyin düşüklüğü ve “düşünme özürlü” insanların fazlalığı, alıntı aydınlar için bir varlık koşuludur. Bu nedenle böyle aydınların genel söylemi hep: “Gel, sen de öğren ve bil!” değil, ama: “Sen beni dinle ve oku, yeter!” tarzındadır.

Benmerkezci tutumun umarsızlığı…
Bu ölçülere varan bir benmerkezci tutum, gerçekte “başkalarının aynı konuda onlardan daha çok bilmeleri” olasılığını kafalarında bir karabasana dönüştüren alıntı aydınlar bakımından doğal bir savunma içgüdüsünün dışlaşmasıdır. Çünkü alıntı aydınları için birincil önem taşıyan nokta, bilgiyi paylaşmak değil, fakat çevresinde belli bir ya da birkaç alanda herkesten çok bilir görünerek sağladığı ayrıcalıklı bir konumu ve temelsiz bir saygınlığı ne pahasına olursa olsun koruyabilmektir.
Öğrenme sürecinde yanlışlar da yapmayı doğal sayan, gerçek bilginin yanlışların da yaşandığı bir serüvenli yolculukta kazanılabileceğini iyi bilen gerçek aydınlardan farklı olarak, alıntı aydınların birinci hedefi başkalarının yanlışlarını yakalamaktır. Böyle bir yanlışı bulduğu anda alıntı aydın, önce kendince yanlış yapana, çoğunlukla bu yanlışın sınırlarını çok aşan, onun kimliğini de hedef alan bir saldırı yöneltir, ardından da örneğin : “Keşke benim yazdıklarımı okusaydın!” diyerek, kendine atıfta bulunur. Atfın mutlaka somut konuyla ilgili olması da gerekli değildir; önemli olan, ilintili ya da ilintisiz, alıntı aydının yazdıklarını bir yerlere sıkıştırıvermesidir.

Alıntılardan oluşma kişilikler…
Her fırsatta kendine atıfta bulunmak, böylece de yukarda sözü edilen ayrıcalıklı konumu ya da üstünlüğü vurgulamak, alıntı aydın için her şeydir. Yazdıklarının özgünlüğü ya da salt başkalarından -çoğunlukla da elbet yabancı yazarlardan!- yapılma alıntılardan oluşma bir kolaj niteliğini taşıması, alıntı aydın için hiç önemli değildir; zaten alıntı aydının başkalarından alıntıladığı düşüncelerle ortaya özgün bir sentez koymak gibi bir kaygısı da yoktur. O, çoğunlukla -genelde ne ölçüde bildiği de tartışmaya açık olan- bir yabancı dilde okuduklarını kendi ortamına kendisininmiş gibi tanıtma peşindedir. Alıntı aydının kişiliği bu bakımdan büyüteç altına alındığında, aslında bu kişiliğin de yalnızca alıntılardan oluştuğu gibi, ilk bakışta şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşılır. Gelgelelim şaşırtmaması gereken bir manzaradır bu; çünkü alıntı aydının büründüğü kişilik, alıntı merakı ve düşünüp senteze varmaktaki yetersizliği nedeniyle, yalnızca başkalarının düşünüp söylediklerinden ariyet alınmış, elden düşme bir kişiliktir. Alıntı aydının bu kişiliği, kendini en açık biçimde iş, özgün düşünce üretmeye geldiğinde açığa vurur. Örneğin bu kişi, kendine uzmanlık(!) dalı olarak sanat eleştirmenliğini seçmişse, en verimli(!) olduğu alan, o sanatın “Batı’daki” durumu olacaktır; çünkü Batı’da, o sanat üzerine zaten çok yazılmıştır ve oralardan yapılacak alıntıları “benim” diye buraya getirmek, bir ayrıcalık sağlamaya yetecektir. Ama iş o sanatın “bizdeki” durumu üzerine değerlendirme yapmaya geldiğinde, bu değerlendirme ancak bizdeki eserlerden yola çıkılarak ilk kez üretilen düşüncelerin yardımıyla gerçekleşebileceğinden, alıntı aydın ancak cehaletin suskunluğuna bürünebilecektir!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları