Anma Tekellerinin Sığlığı...

23 Mart 2015 Pazartesi

Avusturyalı ünlü deneme yazarı, eleştirmen ve gazeteci Karl Kraus (1874-1936), Shakespeare üzerine bir saptamasında şöyle der: “Eğer günün birinde Shakespeare üzerine söyleyecek yeni bir şeyler bulamazsak, o zaman kültürümüzün de sonu gelmiş demektir …”
Zor, ama anlamı bağlamında çok ağırlıklı bir cümle. İleride yaşadığımız zamanlardan birine artık Shakespeare’nin uçsuz bucaksız evreninde yer bulamazsak, başka deyişle, düşünce dünyamız içinde yaşadığımız herhangi bir zamana ilişkin olarak Shakespeare’e doğru soruları soramayacak kadar kısırlaşırsa, artık herhangi bir biçimde kültür üretebilme yetimiz de son bulmuş demektir.
Biz, kendi kültür ortamımızda böyle bir düşünsel kısırlığı onyıllardır yaşamaktayız. Bu durumun kanıtları da karşımıza en çarpıcı biçimde anma yıldönümlerinde çıkmakta. Herhangi bir nedenle andıklarımız ister bir Nâzım Hikmet, ister bir Aziz Nesin, bir Muhsin Ertuğrul ya da bir Haldun Taner olsun, üzerlerine hemen hiçbir yeni değerlendirme yapamıyoruz. Kalıcılığın tek anlamının tüm zamanlara seslenebilme olduğunu unutup, her andığımızı “anma” adı altında kendi zamanının sınırları içerisine hapsetmekte direniyoruz.
Geçen günlerde bunun son örneğini Haldun Taner’i 100. doğum yıldönümü nedeniyle anarken yaşadık. Bu büyük ustanın “ne kadar büyük”olduğunu, ülkemizde gerek epik tiyatronun gerekse kabare tiyatrosunun öncülüğünü yaptığını vb. -kim bilir kaçıncı kez!- tekrarlayıp durduk. Buna karşılık Haldun Taner’in geleceğin Türk tiyatrosuna bıraktığı en büyük mirasın, başka deyişle hayatı boyunca tiyatro adına yapıp ettiklerinin tümünü her şeyden önce bir “Tiyatro İnsanı” olabilme hedefinde odaklaştırmasının önemini yeterince vurgulamadık. “Tiyatro eşittir oyunculuk” anlayışının ne yazık ki giderek ağır bastığı bir tiyatro eğitimi ortamında Haldun Taner’in kendi hocalığı boyunca temellerini sağlamlaştırmaya çalıştığı “Tiyatro İnsanı” kavramının ne kadar önemli bir işlev yerine getirebileceğine dikkati çekmeyi de gerekli görmedik.
Haldun Taner, ülkemizde gerçekten de epik tiyatronun ve kabare tiyatrosunun en önemli öncülerindendi. Ama onun bu öncülüğünü önemli kılan öğe, bu türlerin uygulanışında taklitten hep kaçınması ve her iki tiyatroyu çok başarılı bir biçimde yöresel motiflerin örgüsüne yerleştirmesidir. Haldun Taner’i “anma görevimizi” yerine getirirken ne yazık ki bu nokta da yeterince öne çıkarılmadı!
Bundan böyle hangi alanda olursa olsun ustalarımızın miraslarının gelecek bağlamında layıkıyla değerlendirilmesini önemsiyorsak, atmamız gereken en önemli adımlardan biri, kişiler düzleminde “anma tekelleri” klişesinden biraz olsun uzaklaşmak ve “anma”ları ustalar üzerine yeni araştırmalarla işlevsel kılmaktır!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları