Bendeki Fidel Castro…

28 Kasım 2016 Pazartesi

Evet, ancak onu, yani bendeki Fidel Castro’yu yazabilirim,
Çünkü tarihçi değilim. O yüzden Castro’nun tarihini yazmaya soyunamam. Ancak “Fidel Castro” olayı, 1959’dan bu yana hayatımda var. Yani yaklaşık altmış yıldır. Fidel bir devrimci kimliğiyle hayatıma girdiğinde, ortaokuldaydım. Ne komünizmi, ne “süper güç” kavramını ya da devrimin ne anlama geldiğini biliyordum.
Bilgiler, zamanla parça parça geldi. Ardından adacıkların birleşmeye başlaması gibi, bilgi bütünleşmeleri başladı. Benim altmışlı yıllarımda zaten dünya da Castro olayına genelde parçalı bakıyordu. Kimilerine göre Fidel Castro, bir maceraperestin adıydı. Dünyanın iki devinden birinin, ABD’nin burnunun dibinde ve onun rızasını almadan, üstelik de ideoloji bağlamında ona ters mi ters bir devlet kurma peşinde olan bir maceraperest. Ve bu yüzden, belki daha doğru dürüst adımını bile atamadığı tarih sahnesinden en kısa zamanda silinip gitmeye yargılı biri. (Bu arada bir hatırlatma: İngiliz gizli belgelerine göre, Samsun’a çıkışından ve oralarda ortalığı karıştırmaya başlayışından sonra, Mustafa Kemal için de neredeyse öyle dememişler miydi: “Aklımıza her şey gelebilirdi, ama Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmaya kalkışacağını asla düşünemezdik!”)

Bir maceranın gerçeğe dönüşmesi
Oysa tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi, Fidel Castro da zarları -çok düşünerekattıktan sonra bir daha geriye dönüp bakmayan gözü karalardandı. 1959’daki Devrim Yolu, Komünist Küba Devleti’nin kuruluşuyla noktalandı. Üstelik de komünizmi dünyadan silmeyi temel amaç bilen bir ABD’nin burnunun dibinde.
Fidel Castro, zamanla efsanesini daha ilk adımlarıyla birlikte kendi yazmaya koyulan devrimcilerden oldu. Dava arkadaşı Che Guevara ile birlikte gerçekleştirdiği girişimler sonucu Küba, ABD’nin bir zamanlarki eğlence ve kumar sömürgesi olmaktan çıkıp, yirminci yüzyılın ikinci yarısında insanı insan kılan değerlerin birincil önem taşıdığı bir ülke oldu. Küba’ya hiç gitmedim. Ama bir ülkeye gidenlerin anlattıklarına eleştirel bir tutumla kulak verirseniz, artısı ve eksisiyle o ülkede olup bitenlerin doğru resmini kafanızda oluşturabilirsiniz.

Anlatılanlar ve gerçekler
Ve bu kulak vermeler sırasında beni, gerçekleri anlatacaklarından emin olduğum kişilerin söylediklerinden çok, Küba’yı birer “tatlı su turisti” kimliğiyle gezenlerin izlenimleri ilgilendirdi.
Örneğin: “Mutfağı asla bizimkisi gibi değil, çeşit çok az!” (İyi de, Küba’da açlık bilinmeyen bir sözcük iken, bizim çeşitlerden kaç ölümlü tadabiliyor?)
Ya da şöyle bir örnek: “Adamların onca kısıtlı koşullar altında bunca mutlu görünmeleri de bir tuhaf!” – Olabilir. Yani, rezidansları, her köşe başında AVM’leri, tek bir uluslararası bilimsel başarıya imza atmamış yüzlerce üniversiteleri olmayabilir. Ama sağlık sorunlarının, işsizlik sorunlarının, eğitim sorunlarının, ev bulamama gibi sorunlarının bulunmayışı da mutluluk nedeni sayılmaya yetmez mi?
Kısaca söylemem gerekirse, hayatımın neredeyse üçte ikisini Fidel Castro’nun da bulunduğu bir dünyada geçirebilmiş olmaktan sınırsız mutluluk duyuyorum!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları