Dinmeyen Bir Sancı: Köy Enstitüleri

20 Nisan 2015 Pazartesi

Bugüne kadar epey yazdım Köy Enstitüleri üzerine. Ayrıca üniversitelerde Kültür Tarihi dersleri verdiğim yıllar boyunca bu konuyu programlarımdan da hiç eksik etmedim. Aynı kişisel seferberliğimi son yıllarda atölye çalışmalarıma katılan öğrencilerimle sürdürüyorum. ‘Dinmeyen Sancı’, sanki şimdiye kadar bulduğum en uygun başlık. Çünkü birebir hayattaki gözlemlerimden kaynaklanıyor. Köy Enstitüleri’ni ne zaman öğrencilerimle paylaşsam, çoğunun gözlerinde o derslerden geriye hep dinmeyen bir sancı kalıyor. “Neden kapatıldı bu kurumlar?”, “Hocam, nasıl kıyılabilir ki böyle bir eğitim seferberliğine?” gibisinden soruların tortusu olan bir sancı.

‘Cumhuriyetin köylerdeki sözcüsü’
Bugüne kadar Köy Enstitüleri üzerine okuduğum yazılar arasında Sabahattin Eyüboğlu’nun “Mavi ve Kara” adlı kitabındaki “Köy Enstitüleri’ni Kuran Düşünce” başlıklı denemesi gibisine rastlamadım. Yazarın Köy Enstitüleri’nde görev yapacak öğretmenlere ait “Yeni kurulan modern devletin köylerdeki sözcüsü” nitelendirmesi ise kanımca bu eşsiz eğitim seferberliğinin özünü en kusursuz dile getiren söylemlerden biri.
Köy Enstitüleri’nin kurucularından Hasan Âli Yücel’den bir alıntı yapalım: “Biz köylere, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri götürecek adam götürmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu imamdır. İmam, çocuk doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, büyüyüp ihtiyarlayıp vefat ettiği vakit mezarının başında telkin verip bağırarak doğumdan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir… Biz bunun yerine devrimci düşüncenin adamını köye göndermeyi isteriz. İmam nasıl doğarken ezan, vefatında telkin ile doğuştan ölümüne kadar elinde tuttuğu küçük toplumun hâkimi ise, önderi ise, bizimki de bir taraftan maddi, diğer taraftan manevi köyün imamı olsun...”

Aydınlanma düşüncesinin önderleri
Böyle bir kimliğin çatısı altında Köy Enstitüleri ve oralarda çalışacak öğretmenler, Mustafa Kemal’in bütün devrimlerinin özünü oluşturan Aydınlanma düşüncesinin ve ilkesinin önderleridir. Yedi yüzyıl boyunca inancın egemenliğinde yaşadıktan sonra artık bir ‘düşünce toplumu’ olması öngörülen bir toplumun ise olmazsa olmazıdır. Sürekli üretim düşüncesi ile el ele ilerleyecek bir eğitim bilginin gerçek kaynağıdır ve insanlık tarihi, bilgi temeli yeterince güçlü olmayan bir toplum modelinin ya da ideolojinin kalıcı biçimde inşa edilebildiğini hiç yazmamıştır.
1937’de, Mustafa Kemal’in ölümünden bir yıl önce hazırlıklarına başlanan Köy Enstitüleri, 1940’ta açıldı. 1946’da, çok partili demokrasiye geçilirken politik açıdan ‘gerekli’ görülen ödünlerin birbirini izlemesi sonucu Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü daha CHP iktidardayken kapandı...
Sonra neler oldu?
Bu soruyu Can Dündar, ilk basımı 2000 Ekimi’nde İmge Kitabevi’de yapılan “Köy Enstitüleri” başlıklı kitabının sonunda sormuş. Yanıtı ondan alalım: “Köy Enstitülülerin birçoğu mezun olduktan sonra köylerine öğretmen olarak atandılar. Ama bazıları bu kadar şanslı değildi. Kimileri yıllarca polis takibinde yaşadı, evleri basıldı, hapse atılıp sürgün edildiler. Yüksekokul mezunları bile askerde çavuş çıkarıldılar. Onlara ‘Milli eğitimin zencileri’ adı takıldı...”
Ve geçenlerde artık var olmayan, çünkü yaşatmasını beceremediğimiz en büyük değerlerimizden birini daha 75. yaşgünü nedeniyle ‘andık’...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları