Evet, Tarık Akan da Türkiye’dir…

19 Eylül 2016 Pazartesi

De Gaulle döneminin unutulmaz olaylarındandır.
Paris, alanları dolduranların gösterileriyle çalkalanmaktadır. Zamanın -ki, şimdi adı, tarihin karanlık sayfalarında çoktan silinip gitmiştir!- içişleri bakanı meydanlara çıkanlar arasında bulunan Sartre’ın da gözaltına alınmasını isteyince, Cumhurbaşkanı De Gaulle tarafından engellenir. “Ama Sayın başkanım, o da meydanlarda Fransa aleyhine konuşuyor!” diye itiraz edince de Gaulle’den şu kısacık yanıtı alır: “Ama Sartre da Fransa’dır!
Gerçi ülkemiz böyle başkanlar görmedi. 12 Eylül döneminde Tarık Akan, Almanya’da yaptığı bir konuşma yüzünden ülkesine dönünce tutuklandı ve uzun süren bir yargılama sürecinin ardından 2.5 ay hücre hapsi cezasına çaptırıldı. Ve zamanın hiçbir iktidar sahibi, bu yüzden: “Ama Tarık Akan da Türkiye’dir!” diye bir itirazda bulunmadı. Ancak bu durum, “Tarık Akan da Türkiye’dir!” gerçeğini hiçbir zaman bulandırmadı.

Bir ‘omurgalı’ aydın: Tarık Akan…
Şimdi, yani Tarık Akan aramızdan ayrıldıktan sonra yapılması gereken en önemli iş ise onun hangi Türkiye’yi temsil etmiş olduğunu ve hep de edeceğini çok doğru biçimde, hiçbir çarpıtma ve yozlaştırma girişiminin bulandıramayacağı bir netlikle gözler önüne sermektir. Çünkü ancak bu işin üstesinden gelinebildiği takdirde ve o ölçüde, Tarık Akan’ın bıraktığı en önemli mirasın, başka deyişle ‘gerçek sanatçı duruşu’nun gelecek kuşaklara üzerine hiç gölge düşürülmeksizin aktarılması bir misyon niteliğini kazanabilecektir.
Tarık Akan, hep 1923-1946 arasındaki Türkiye’nin, başka deyişle Mustafa Kemal Atatürk’ün Sevr paçavrasını kendi zamanındaki yedi düvelin suratına çarparak kurduğu, sınırları Misak-ı Milli ile belirlenmiş, laiklik ve aydınlanma temelinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti’nin yoluna hız kesmeden devam ettiği bir Türkiye’nin simgesi ve savaşçısı oldu. O Türkiye, yolunu Köy Enstitüleri meşalesinin aydınlattığı bir Türkiye’ydi. Buna karşılık 1946’da açılan ve bugüne kadar ne yazık ki kapanamamış -ama bir gün kapanacağından hiç kuşku duyulmaması gereken!- bir ayracın içersinde kalan, gittikçe koyulaşan bir cehalet karabasanının kıskacına sıkışmış bir Türkiye, Tarık Akan’ın kendini özdeşleştirebileceği değil, ancak değişmesi için savaşım vereceği bir Türkiye olabilirdi.

Politik sanatın yolundan şaşmayan bir devrimci…
Ve Tarık Akan, “Nehir”, “Maden”, “Sürü”, “Yol” ve “Kanal” filmleriyle çizdiği politik sanat yoluyla olduğu kadar, başta Soma faciası ve Gezi Direnişi olmak üzere, duruşunu açıkça sergilediği bütün toplumsal olaylarda da mesajlarını açıkça vermeyi sürdürdü.
Yazımı bir soru ile noktalamak istiyorum. Tarık Akan’ın neredeyse bir ömür boyu süren Taş Mektep sevdası ve serüveni -bu sevda ve serüven, dünya tarihinde bugüne kadar hiçbir devrimin cehalet temelinde yükselemediğine gönülden inanmış bir sanatçının Köy Enstitüleri’nin ışığını dünden günümüze taşıma eyleminden başka ne olabilir ki?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları