Ortada Bırakılan Devrim...

02 Haziran 2014 Pazartesi

Çok doğaldı. Doğa yasaları kadar doğal bir sonuçtu.
2013 Haziranı’nda olup bitenlerden söz ediyorum.
Geride kalan bir yıl, bu iklimin insanlarının geçen yılın haziranında başlayanları tam on iki ay boyunca doğru kuramsal temellere oturtamamalarından söz ediyorum,
Yazının girişinde “doğa yasaları” dedim. Şimdi benzetmeyi tamamlamam gerekiyor. 2013 Haziranı’nda bu topraklarda yaşayanlar, tarihlerinde benzerini görmedikleri bir deprem ile karşılaştılar. Benzeri görülmemiş olan, sadece deprem değildi. Bu depreme yol açan “toplumsal” fay hattı da öncekilere veya “bilinenlere” hiç ama hiç benzemiyordu. Bilinenlerden çok, ama çok daha uzun ve yine bilinenlerden çok ama çok daha derindeydi. Çünkü bu fay hattının öteki adı -bu toplumun tarihinde ilk kez- hep kul olma gibi bir yazgının reddiydi.
Zaten bu yüzdendir ki, böylesine görülmemiş boyutlardaki bir fay hattına yeterince kesinlikte tanılar konamadı. Depremin üzerinden geçen bir yıl, olanlar devrim miydi, değil miydi, ya da yeterince sahiplenilmedi mi, yoksa, tam tersine, abartıldı mı gibisinden kısır sorgulamalarla geçirildi. Burada sözü edilen kısırlık, sorgulamaların özünden kaynaklanmıyordu, başka deyişle, bunlar da gerekli sayılabilecek sorgulamalar niteliğini kazanabilirdi. Ama tek bir temel koşulla: Eğer bu sorgulamalar, özlerinin koşul kıldığı sağlamlıkta bir bilgi temeline oturtulabilseydi!
Ama ne yazık ki bu temel koşul eksikti. Aslında Cumhuriyetten önceki yedi yüz yıllık imparatorluk tarihi boyunca da hep eksik kalmış olan bu koşulun gerçekleşebilme olasılıkları, Mustafa Kemal’in başlatmış olduğu “Anadolu Aydınlanması’nın köküne onun ölümünden hemen sonra kibrit suyu dökülmeye başlanmasıyla olanaksız kılınmıştı.
Batı’nın Aydınlanma’sının ve “Bilimsel Devrim”inin kenarından geçmemiş bir toplumda 2013 Haziranı boyutlarında bir toplumsal fay hattının bilincine varabilecek düşünsel boyutların gelişebilmesi, söz konusu bile olamazdı. Çünkü böyle bir toplumda bu türden toplumsal fay hatlarını doğru çözümleyebilecek “deprem mühendisleri”nin, yani toplumbilimcilerin yetişebilmesi de -bazı istisnaların dışındaneredeyse düşünülemezdi. Ayrıca en azından böyle faylara ilişkin “bilgisizliğin bilgisi”ne varabilen ve böyle bir farkındalık aracılığıyla yeni bilgilenme kanallarına yönelebilecek siyasetbilimcilerin ve siyasetçilerin ortaya çıkmaları da -yine az sayıda istisnanın dışında- beklenemezdi.
Ve sonuçta böyle bir ortamda mantık açısından ne olması gerektiği beklenirse onlar oldu. Eskiden beri var olan “örgütlü cehalet”, bu varlığını daha da güçlenerek sürdürdü. Eski ve eskimiş kavramların olduğu gibi, içeriklerinin güncelliği hiç sınanmaksızın, yani “ezber” uygulamasıyla kullanılması alışkanlığında bırakılmadı. Ortaya “yeni bilgilenme ihtiyaçları”nın çıkmış olabileceği olasılığı üzerinde hiç durulmadı. 2013 Haziranı’nın gençleri, parklarında kitaplıklar kurmayı, yani bilgilenmeyi eylemlerinin olmazsa olmaz bir parçası kılmışlardı. Gençlerin bu güçlü mesajlarının neredeyse hiç umursanmamasının ve hemen hiçbir ilerici, devrimci veya aydınlanmacı kuruluşun tartışma gündemlerinde yer almamasının -çünkü hep “bilgilenmeden veya bilgilenmeyi sağlayacak kurumlardan daha önemli” gündem maddeleri vardı!- bedeli çok, ama çok daha ağır oldu.
Konuyu sürdüreceğiz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları