Tarih aceleye gelmez…

06 Haziran 2016 Pazartesi

Geçmişin aksine, tarih düne ait ne varsa içine rastgele tıktığımız bir yamalı bohça değildir. Tarih, geçmişin bilgi temelinde ve neden-sonuç ilişkileri temelinde hesaplaştığımız bölümüdür. Bundan ötürü herhangi bir olayın veya olaylar bütününün tarihini oluşturmak, özellikle bilgi toplama aşamasında varlığı şart olan titizlik nedeniyle, genellikle sanılandan çok daha fazla zaman alır. Bu bağlamda aceleci davranmak ve “dün”ün sınırlarının ötesine yelken açmakta üşengeçlik sergilemek, çoğunlukla bizi yanlış, özellikle de tutarsız tarihsel yorumlara sürükler.
Tolstoy, “Savaş ve Barış” adlı romanında, Fransa İmparatoru I. Napolyon’un Rusya’ya saldırmasının hemen öncesinde, bu büyük savaşın olası nedenleri üzerinde dururken aynı zamanda bir tarih ve tarihçilik dersi de verir.

Tolstoy’un tarih ve tarihçilik dersi…
Yaşadığı zamandan yaklaşık yüz yıl önceki bu savaş için tarihçilerin ve başkaca araştırmacıların Napolyon’un iktidar hırsından Rus Çarı I. Aleksandr’ın inatçılığına kadar pek çok neden gösterebileceklerini söyleyen Tolstoy, bu nedenlere değgin daha geniş ve günlük olayların hızlı akışının çerçevesi dışında kalan bir bakış açısı konusunda ise şu saptamaları yapar: “Bizler, yani tarihçi olmayanlar, kendilerini bilimsel araştırmaların coşkusuna kaptırmayanlar ve bundan ötürü de o büyük olayın izini bulanıklıktan uzak, sağlıklı bir bakış açısıyla sürebilenler için ise daha başka sayısız neden vardır. Bu nedenlerin sayısı biz onlar üzerinde yoğunlaştıkça artar. İster tek tek, ister toplu olarak ele alalım, bu nedenlerin asıl olayın gücü karşısında önemlerini gittikçe yitirdiklerini de görebiliriz… Sonunda da bu nedenlerin nasıl bir savaşa yol açtığını anlamaz oluruz...”
Burada Tolstoy’un amacı, tarih alanındaki bilimsel çalışmaları küçümsemek değildir, fakat tek tek nedenlerin çekiciliğine kendimizi fazla kaptırıp bunlar ile asıl olay arasında bağlantı kurmakta aceleci davranma konusunda bir uyarıda bulunmaktır.

Bizim aceleciliğimize gelince…
Bu uyarının bizimkisi gibi bilimsel araştırmalarını kendi oluşturduğu sağlam bir bilimsel geleneğe oturtma olanağından yoksun toplumlar için çok önemli olduğunu belirtmek zorundayız. Geçenlerde üçüncü yıldönümü nedeniyle andığımız Gezi Direnişi olayı, böyle bir önemseme halinden ne kadar uzak olduğumuzu bir kez daha kanıtladı.
Çünkü bu anma sırasında, Gezi Direnişi’ni, başka deyişle tarihimizdeki ilk Halk Ayaklanmasını doğru bir tarihsel-toplumsal çerçeveye oturtabilme konusundaki yetersizliğimiz bir kez daha vurgulandı. Gezi Direnişi’nden günümüze geçen zaman içersindeki en belirgin tavrımız, nedenleri bulup ortaya çıkarma konusundaki aceleciliğimiz oldu. Bu tavrımızın itici gücüyle, bu direnişin altında yalnızca birkaç nedenin değil, ama nedenlerden oluşma bir denizin yatıyor olabileceğini düşünmedik. Hedefimiz, hemen birkaç neden bulmak, bulduktan sonra da işini tam yapmış insanların rehavetiyle yolumuza devam etmekti.
İyi de, acaba Gezi Direnişi eski yollarımızdan şaşmayalım diye mi yapılmıştı?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları