Tepkisizliğin Dayanılmaz Ağırlığı...

05 Ocak 2015 Pazartesi

Bu topraklarda yetişebilmiş ender ‘Rönesans’ insanlarından biri olan Doğan Kuban, geçen cuma gazetemizin Bilim ve Teknoloji ekinde çıkan “Soru Sormayan Cahil Kalabalıklar” başlıklı yazısına şu satırlarla başlamış: “Bu yazıyı akıllı, okumuş ve sorumlu insanlara yazıyorum. Hiçbir soru sormadan ve hiçbir soruya yanıt aramadan patates çuvalı gibi yaşayanlara değil! Türkiye’de son birkaç aydır işittiğimiz olaylar nasıl bir devlet sistemi içinde yaşadığımızı düşündürüyor mu acaba insanlara?”
Hayır. Büyük çoğunluğa düşündürmüyor. Ve düşündürmediği içindir ki ülke çoktandır bir ülkeden çok patates çuvalları ile dolu bir depoyu andırıyor. Ve düşündürtmediği, sordurtmadığı içindir ki, Doğan Kuban’ın yazısının bir başka yerinde yaptığı şu saptama da bu ülke bağlamında acı gerçeğin ta kendisi: “Ortada hiçbir ciddi tartışma yok. Hiçbir ciddi yorum yok! Hiçbir toplumsal analiz yok! Herkes röportaj yapan gazeteci gibi. Toplumun beyni tümüyle boşaltılmış olamaz. Bütün değişikliklere karşın cehaletin mirasçısı olmakta nasıl devam edilebilir?” Yalnızca saptamanın sonundaki soruya verilecek yanıt bile durumun, durumumuzun ‘vahametini’ sergilemeye yeterli. Evet, epey uzun zamandır gidilmekte olan yol, ancak cehaletin, hem de gittikçe daha derinlere kök salan, kök salması için her şeyin yapıldığıbir cehaletin yolu. Üçüncü bin yılın başında, ancak olguların ve gerçeklerin yerine tarihin çöplüklerini eşeleyip ortaya çıkartılan dogmaları geçirmekle, düşünce karşısında inançların egemenliğini ilan etmekle ulaşılabilecek bir ‘derin’ ve ‘yaygın’ cehalet! Evet, özellikle ‘yaygın’ bir cehalet, çünkü başka türlü olması da beklenemez. “Ortada hiçbir ciddi tartışma yok. Hiçbir ciddi yorum yok! Hiçbir toplumsal analiz yok! Herkes röportaj yapan gazeteci gibi...” diyor Kuban.
Burada televizyon kanalları aracılığıyla her gün ‘maruz’ kaldığımız röportajları ve açık oturumları gözümüzün önüne getirip bazı soruları dürüstçe yanıtlamaya çalışalım. Acaba kullandığı üç Türkçe sözcükten birini, yabancı sözcüklerin ve adların da neredeyse tümünü yanlış söylemeyen, başka deyişle kanallarını birer ‘yanlış Türkçe konuşma’ okuluna çevirmeyen kaç sunucumuz var? Açık oturumlara katılan konuşmacılardan kaçı kendini göstermek için ağzına geleni geldiği gibi söylemek yerine ‘ciddi’ tartışmaların veya yorumların kapısını açabiliyor? Bu sorulara dürüst yanıtlar verdiğimiz takdirde ortaya çıkacak fotoğrafta herhangi bir ‘toplumsal analiz’in neden hiçbir zaman yer alamayacağı da kendiliğinden ortaya çıkar!
Ve son olarak ‘soru sormama’ meselesi - “Hiçbir soru sormadan...” diye başlamış cümlesine Doğan Kuban. Bunu okuyunca, yıllar önce Türk tiyatrosunun en büyüklerinden Ayla Algan’ın bir sözünü hatırlamadan edemedim: “Sorusu olmayan insanlar, beni hep korkutur…” Korkmakta elbet haklı sevgili Ayla Algan. Çünkü ‘soru sormak’, ancak düşünen insan’ın harcıdır. Düşünmek ve soru sormak ise insana yakışacak bir hayatın iki temel taşıdır.
Mademki üç bininci yılın başına layık değiliz, o halde iki bin beş yüz yıl geriye gidip Sokrates’ten medet umalım: “Üzerinde düşünülmeyen bir hayat, yaşanmaya değer bir hayat değildir!”
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları