Ahmet İnsel

Fransa’da OHAL tuzağı, Türkiye’de OHAL lütfu

11 Ekim 2016 Salı

Türkiye’de iktidar olağanüstü halin üç ay uzatılmasını eleştirenlere yanıt olarak, Fransa’da Kasım 2015’te ilan edilen olağanüstü halin halen yürürlükte olduğunu, kimsenin bunu eleştirmemesini örnek veriyor. Fransa’da, Temmuz 2016’da sona erdirilmesi düşünülen “acil durum”, 14 Temmuz gecesi Nice kentinde bir saldırganın kamyonla onlarca kişiyi ezmesi üzerine, yeniden ve bu kez altı ay uzatılmıştı. Soruşturmada saldırganın IŞİD’le doğrudan veya dolaylı ilişkisi bulanamadı. Saldırganın yaşadığı büyük ruhi bunalım ortamında IŞİD’in daha önceki eylemlerinden esinlendiği, önceden dinle hiç alakası olmasa da etrafındaki bazı kişiler tarafından yönlendirildiği düşünülüyor.
Şimdi Fransa’da sorun, Mayıs 2017’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri ortamında “acil durum”un nasıl kaldırılacağı. Çünkü hemen bütün gözlemciler ve Fransız güvenlik bürokrasisindeki birçok sorumlu, aslında olağanüstü halin yürürlükte olmasının artık hiçbir yararı olmadığını, alınabilecek bütün önlemlerin alındığını, risk oluşturan kişilerin hemen hepsinin izlendiğini, isim isim tespit edildiğini belirtiyorlar. Ama Cumhurbaşkanı Hollande’ın korkusu, “acil durum”un kaldırılmasından hemen sonra bir terör saldırısı olması ve muhalefetin bunu seçimlerde tepe tepe kullanması. Aslında bu sorun baştan olağanüstü hali bir ay gibi kısa bir süre için ilan etmemekle ilk günden ortaya çıkmıştı. Şimdi Fransa’nın olağanüstü hal tuzağına yakalandığını söylemek mümkün. İnsan hakları örgütleri bu konuda hükümeti ağır biçimde eleştiriyorlar.
Gelelim Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın dile getirdiği Fransa bahanesinin geçerliğine. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Muiznieks, Türkiye’deki OHAL uygulaması hakkında geçen günlerde yayımladığı raporda, bu bahaneyi geçersiz buluyor. Fransa’da acil durum ilan edildiğinde ve yenilendiğinde uygulamayı eleştirdiğini hatırlatarak, iki örnek arasında benzerlik olmadığını vurguluyor. Fransa’da “acil durum” yasasının hükümete kararname ile yürütme yetkisi vermediğini, idareye verilen olağanüstü yetkilerin tamamen parlamentonun tanımladığı alanlarla sınırlı kaldığını ve yakından izlendiğini hatırlatıyor. En önemlisi, kapsamı, doğrudan veya dolaylı olarak etkilenen kişi sayısı, ihlal edilen insan hakkı vakaları ve bunların şiddeti açılarından iki örneğin karşılaştırılmaz olduğunun altını çiziyor.
Türkiye’de olağanüstü hal ilan edilmesine neden olan vaka, bir darbe girişimiydi. Paris saldırıları ise insani bedeli ağır ama siyasal düzeni tehdit etme imkânı olmayan çok daha sınırlı bir terör eylemiydi. Bu nedenle Türkiye’de alınan önlemlerin daha kapsamlı olması anlaşılabilir. Buna karşılık, darbe girişiminin hukuk devletinin yürürlükten kaldırılmasına bahane edilmesi, darbecilerin başarısız kalması ama darbe eylemiyle tasarladıkları düzenin yürürlükte olduğu sonucunu ortaya çıkarıyor.
Ama Fransa ile başka bir konuda karşılaştırma yapabiliriz. IŞİD militanlarının Paris saldırısından bir ay önce, 10 Ekim’de Ankara’da yerli IŞİD militanlarının yaptığı son derece kanlı saldırı sonrasında alınan tavırla, Fransa’da devlet sorumlularının 13 Kasım Paris saldırılarının hemen ardından sergiledikleri tavrı karşılaştırabiliriz.
13 Kasım gecesi saldırganlar daha aktif haldeyken François Hollande televizyondan halka, “dehşet verici” gelişmeler yaşandığını açıklayıp, bu “korkunç sınava” karşı herkesi birlik içinde, soğukkanlılığını kaybetmeden, kararlı bir yanıt vermeye çağırdığını söylerken, olağanüstü hal ilan edileceğini açıklamıştı. Türkiye’de ise iktidar kaybettiği seçimleri yeniden kazanmak için “kokteyl terör” gibi iddialar eşliğinde hedef şaşırtma yapıyordu. Ankara Garı önünde terör saldırısının gerçekleşmesinde güvenlik bürokrasisinin en azından açık ihmal ve belki kasıtlı ihmal olarak değerlendirilecek davranışların üzerini örtüyordu. Bugün de sadece barış için toplanmış IŞİD barbarlarının kurbanı olan insanları bir yıl sonra olay yerinde anmayı yasaklayarak, iktidar kimi koruyor, kimin yanında yer alıyor?
Aslında OHAL konusunda Fransa ve Türkiye karşılaştırmasına, Tayyip Erdoğan’ın darbeyi “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelendirmesiyle başlayınca her şey daha iyi anlaşılıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları