Alev Coşkun

İnsancıl Atatürk O, bizden biriydi

13 Kasım 2022 Pazar

Cumhuriyetin ilanının 99. yıldönümü ve Atatürk’ün sonsuzluğa uğurlanışının 84. yılı nedeniyle son on gün içinde gazetemizde önemli yazılar yayımlandı.

Bu yazımızda Atatürk’ün insancıl yönü üzerinde duracağız. 

Atatürk doğaya saygılı, çocuklara düşkün, insan sevgisiyle dolu, alçakgönüllü bir kişiliğe sahipti. Bilindiği gibi Atatürk çocuk yaşında çok sevdiği babasını kaybetmişti. Manastır Askeri Lisesi’ne 14 yaşında başladı, küçük yaşlarından itibaren aile ocağından ayrılmış bulunuyordu. Bu nedenle çocuklara karşı düşkünlüğünü her vesile ile belli etmiştir. Annesi Zübeyde Hanım da çocukları çok severdi; Abdürrahim, Zehra, Afife, Vasfiye ve İhsan adlarında manevi evlatlar yetiştirmiştir.

Atatürk, Çanakkale Savaşları’ndan sonra Diyarbakır Silvan’a kolordu komutanı olarak atandı. O günlerde tuttuğu not defterine 16 Kasım 1916 tarihinde şöyle yazmış: “Bitlis’te… Yolda 12 yaşında Ömer adında yoksul bir çocuk gördüm. Bunu yetiştirmek üzere yanıma aldım.”

2 Aralık 1916’da şu not var: “Yanıma aldığım Ömer ve İhsan adlı çocuklara Mehmet Emin’in (Yurdakul) “Yaşamak Kavgası” adlı şiirinden bir bölümü ezberlettim.”

Atatürk, Zehra, Rukiye, Nebile, Sabriye, Sabiha ve Ülkü adlarını taşıyan çocukları manevi kızları olarak koruma altına almış onları yetiştirmiş ve okutmuştur. Sabiha Gökçen, Türkiye’nin ilk kadın pilotu oldu, ayrıca öğretmen Afet İnan’ı Avrupa’ya gönderdi, yetişmesini ve bilim insanı olmasını sağladı. Cenevre’de okuyan Afet ve Sabriye’ye 1 Mayıs 1926’da gönderdiği ortak mektup “Sevgili kızlarım” diye başlıyor. Son yıllarında Atatürk’le birlikte fotoğrafları görünen küçük Ülkü, annesi Zübeyde Hanım’ın koruması altına alıp büyüttüğü Vasfiye’nin kızıdır.

Fakir çocukları evlat edinerek büyütüp yetiştirmek, Atatürk’te bir tutku halindeydi.

(Anadolu’nun temiz yüzlü çocukları, yüreklerindeki karşılıksız sevgileriyle 100 yıl sonra bile Atatürk’ü kucaklıyorlar, kucaklamaya da devam edecekler...)

ÇANKAYA SOFRASI

Atatürk, Çankaya’daki yaşamında akşam sofrası geleneğini yaşatmıştır. Bu sofrayı geniş tutmasında, yalnızlığını unutmak isteyen bir psikolojinin etkisi olduğu kabul edilmelidir.

Çankaya sofrası aslında, bir masa konferansı, sanat etkinliklerinin, kültür ve felsefenin tartışıldığı bir platformdur. Çankaya sofrasını, Afet İnan bir üniversite olarak nitelemiştir. Kenarda kâğıt, kalem, sözlük, ansiklopediler yer alırdı. Bir kara tahta bulunurdu.

‘ÇINAR’IN DALI KESİLMEZ’

Atatürk’ün doğaya olan tutku ve sevgisi kuşkusuz yine çocukluğunda geçirdiği çiftlik yaşamından kaynaklanmaktadır. Atatürk’ün Gazi Orman Çiftliği’ni yaratmasında bu tutkunun etkisi vardır.

Doğaya olan sevgisi yüzünden bir ağacın sökülmesine, kesilmesine kesin tepki gösterirdi. Orman çiftliğindeki bir iğde ağacının sökülüp atılmasına çok üzülmüştü. 

1929 yılında, Yalova’da doğanın ortasında kendisine ahşaptan iki katlı alçakgönüllü bir konak yaptırıldı. Burayı çok seviyordu. Bir bahçıvanın konağa doğru uzanan çınarın dalını kesmek istediğini görünce hemen durdurdu. Bir çare bulunmasını istedi. Sonunda, konağın temellerine demiryolu rayı döşenerek konak raylar üzerinden 4.80 m kaydırıldı. Böylece çınar ağacına zarar verilmesi önlendi.

Yeşili olduğu kadar çiçekleri de çok seven Atatürk, özellikle karanfili ön planda tutmuştur.

Atatürk’ün müziğe olan sevgisi ve özellikle Rumeli Türkleri’ne düşkünlüğü de bilinmektedir.

Meksika kökenli kırmızı yapraklı Ponsetya çiçeğini çok sevdiği için bu çiçeğe Atatürk çiçeği adı verilmişti.

(Atatürk, köpekleriyle birlikte...)

HAYVAN SEVGİSİ: AT, KÖPEK VE BILDIRCIN YAVRULARI

Atatürk hayvanları çok severdi. At ve köpek sevgisi çocukluk yaşlarında dayısının çiftliğindeki yaşamında başladı. Kendisinin Foks adındaki köpeği ile resimleri vardır. Ayrıca Atatürk’ün kanarya beslediği de biliniyor. Sabiha Gökçen bıldırcın yavruları ile ilgili bir öyküyü şöyle aktarıyor:

“Şile’ye Eylül 1932’de bir gezinti yapılmıştı. O yıl bıldırcın mevsimi eylül olduğundan köylüler Şile’de kendisine kafeslerle bıldırcın armağan ettiler. Akşam Dolmabahçe Sarayı’na dönünce: ‘Köylülerin verdiği bıldırcınları getirin’ dedi.

Bıldırcınlar kafeslerde geldi. Daha ilk kafesin kapağı açılır açılmaz iki bıldırcın hızla fırladı ve havada bir daire çizerek uçtuktan sonra Atatürk’ün tabağının kenarına inerek boyunlarını eğmiş, durdular. Atatürk birden: ‘Bu iki bıldırcın kesilmeyecek!’ dedi, ardından da devam etti:

‘Bütün bıldırcınlar kesilmesin, hepsine iyi bakılsın.’

Ertesi akşam o iki bıldırcın gene sofraya getirildi. Kafes açılınca gene birer daire çizip Atatürk’ün tabağının yanına kondular. O zaman Atatürk’ün gözleri nemlendi: ‘Bu bıldırcınlar Çankaya’nın kuşları olarak muhafaza edilsin’ dedi.”

Sabiha Gökçen şöyle diyor: “O tarihten sonra da ben şahsen Atatürk’ün bir daha bıldırcın yediğini görmedim.”

‘SANATKÂR OLAMAZSINIZ’

Ünlü rejisör Muhsin Ertuğrul, bir anısını şöyle aktarıyor: “Bir grup sanatkâr, Nisan 1930’da Ankara’da Türk Ocağı’nda temsiller veriyordu. Bir gün onları Marmara Köşkü’nde bir çay partisine çağırdı. Sanatkârlarla birlikte oldu, onlarla sohbet etti. 

Ayrılırken bir teşekkür konuşması yaptı ve konuşmasını şöyle bağladı:

‘Efendiler... Hepiniz milletvekili olabilirsiniz bakan olabilirsiniz. Hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız…’”

DİKTATÖRLERE KARŞI

Atatürk, ilke olarak temelde cumhuriyetçi ve demokrattı. Halk egemenliğini en önde tutardı. Hitler ve Mussolini hakkındaki düşüncelerini Ahmet Emin Yalman şöyle aktarıyor: “Atatürk, Hitler ve Mussolini gibi faşist emeller uğruna barışı tehlikeye atanlara ‘zindan kaçkını’ değerlendirmesini yapıyordu. 

Yazık ki, dünyada bir adalet kapısı, bir jandarma kuvveti yok. Eğer olsaydı Hitler ve Mussolini gibi, şakiler derhal tutuklanırdı ve zulümleri önlenirdi.” 

‘ADAM OLMAK DEMEKTİR’

Çağdaşlık konusunda ortaya çıkan bir olayı ünlü yazar Falih Rıfkı Atay şöyle aktarıyor:

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilk tüzüğü görüşülüyor ve oluşturuluyordu [1923]. İlk maddelerde ‘asri’ sözcüğü geçiyordu. Bir hoca, yerinden kalkarak ‘Asri de ne demektir?’ diye sormuştu. Başkanlık kürsüsünde bulunan Mustafa Kemal, kendisine doğru eğildi, ‘Adam olmak demektir hocam, adam olmak!’ dedi.

Atatürk’ün Aydınlanma Devrimleri Türk toplumunu çağımızın insanlığı içine katmak için yapılmıştır…

MUSTAFA KEMAL!... MUSTAFA KEMAL!...

Atatürk’ün emir subayı Salih Bozok, Kuvayı Milliye ordusuyla Atatürk’ün İzmir’e girişini şöyle anlatıyor:

“İzmir’e yakın köylüler yollara çıkmıştı. Tam yanlarına vardığımız sırada Atatürk, sigarasını yakmak üzere güneş gözlüğünü kaldırdı. O sırada otomobilin yanına sokulan sakallı bir ihtiyar, koynundan muşamba rengini almış buruşuk bir kâğıt çıkardı. Evvela kâğıdı, sonra dikkatle Atatürk’ü süzdü. Yine kâğıda, yine Atatürk’e baktı. Bu hareketi üçüncü defa tekrarladıktan sonra ‘Bu sensin!’ dedi ve köylülere dönerek ‘Mustafa Kemal! Mustafa Kemal!’ diye bağırdı. Bunu duyan köylüler ve ellerindeki su testilerini bırakan köylü kadınlar Atatürk’e koştular. Biz, bütün gayretimize rağmen onların birbirlerini çiğneyerek otomobilin etrafını sarmalarına engel olamadık. Çünkü onlar, şuurun dışına taşmış bir sevgiden kuvvet alıyorlardı. Atatürk’ün yüzünü, ellerini öpüyorlar, özellikle kadınlar çizmesinin tozlarını, sürme gibi gözlerine çekiyorlardı!”

‘UNUTULMAK YA DA UNUTULMAMAK’

1937 yılında Ankara’da bir toplantıda Atatürk şunları söyledi: “Bir zaman gelir beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Düşüncelerimi inkâr edenler ve bana karşı çıkanlar olabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar, o kadar özlü ve kuvvetlidir ki bu fikirler, Hind’den Mısır’a döner dolaşır, gene gelir, verimli sonuçları kalpleri doldurur.”

Bu söyledikleri, her yıl 10 Kasım’larda gerçekleşmiyor mu? Milyonlar onu unutmadıklarını göstermiyorlar mı?

Atatürk Manastır Askeri Lisesi’nde okuduğu gençliğinden beri Cumhuriyetçiydi. Yıkılmakta olan Osmanlı Devleti’nin küllerinden genç bir devlet yaratmak istiyordu. Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından bir yıl sonra 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.

CUMHURİYETİ ÖNE ÇIKARDI

Cumhuriyeti en üstün bir kavram ve değer olarak kabul eden Mustafa Kemal, 30 Eylül 1924’te Erzurum’da yeni yapılan bir caddenin açılış töreninde de bu inancını yansıtmıştır. Belediye başkanı, bu caddeye Gazi Mustafa Kemal Paşa Caddesi adının verilmesi için kendisinden izin istediğinde o, Cumhuriyet Caddesi adının daha uygun olacağını belirtmişti. Söz konusu cadde bugün de o adı taşımaktadır. Bu hareketiyle, Atatürk kendisini değil, Cumhuriyeti öne çıkarmıştı.

TÜRK MİLLETİNİN BİREYİ

Atatürk, övülmekten hoşlanmaz her zaman Türk milletinin bir “bireyi” olmak isterdi. Cumhuriyetin on ikinci yıldönümü için 1935 yılında Ankara caddelerine konulacak dövizler, sloganlar hazırlanmıştı. Bunlar içinde şöyleleri vardı:

“Atatürk bu milletin en yücesidir.”

“Türk milleti geçen asırlar sonunda bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı” ve bunun gibi onlarcası…

Bunların listesini Atatürk’e getirdiler. Atatürk listeyi dikkatle gözden geçirdi, tüm övgü dolu ve benzer dövizleri çizdi. Hepsinin yerine şunu yazdı: “Atatürk bizden biridir.”

Atatürk ölmeden önce bugünleri görmüştü, şöyle demişti:

“Zaman süratle ilerliyor… Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler olduğunu iddia etmek, aklın ve bilimin ilkelerini inkâr etmek olur…

Beni benimsemek isteyecekler, akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse benim manevi mirasçılarım olurlar.”

(Atatürk, Meksika kökenli kırmızı yapraklı Ponsetya çiçeğini çok sevdiği için bu çiçeğe Atatürk çiçeği adı verilmişti)

KAYNAKLAR

  • Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, 3. Baskı, Bilgi Yayınevi, 2017.

  • Münir Hayri Egeli, Atatürk’ün Bilinmeyen Hatıraları, A.H. Yaşaroğlu, Kitapçılık Yayınları, İstanbul 1954. 

  • Ahmet Bekir Palazoğlu, Atatürk Kimdir, Alfa Yayınları, 2012. 

  • Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul, Atatürk’ten Hiç Yayımlanmamış Anılar, 8. Baskı, Truva Yayınevi, 2009.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları