Avrupa Konseyi'ne de Giremez Olmayalım da

02 Temmuz 2013 Salı

“Artık demir almak vakti gelmişse zamandan/ AB’ye giden bir gemi kalkar bu limandan” diyerek Hırvatistan gemisi adaylık limanından demir alıp AB sularına yollandı geçen hafta sonu.
Rıhtımda el sallayanların arasında en acılısı, elli yıldır aynı yerde duran Türkiye idi.
Evet, Hırvatistan AB üyeliğine yol alırken Türkiye de adaylık rıhtımındaki ellinci yılını dolduruyordu.
Ve daha bir süre aynı yerde bekleyecek gibi de görünüyordu.
Bekleyiş sürecinde Ankara’daki öfke değil de öfkenin hedefleri değişiyor hep.
Dün kızdığımız
Sarkozy idi, o gitti. Bizi istemeyenler takımının şimdiki şampiyonu Merkel’e yönelik öfkemiz artık ölçüsüz.
Tepkinin ilkel, öfkenin anlamsız olduğunu söylemeye gerek var mı?
Politikacılar, seçmenlerinin isteklerine uygun davranırlar. Nitekim Almanya’da olduğu gibi, Fransa’da da, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı ciddi bir seçmen tabanı mevcuttu, o kadar ki, aslında Ankara’nın üyeliğinden yana olan
De Gaulle’Chirac bile bu kitlenin baskısına dayanamayarak Türkiye’ye arka çıkmaktan vazgeçmişti.
Türkiye’nin Tanzimat’tan, hatta öncesinden beri 200 yılı aşkın süredir rotasını Avrupa’ya çevirmiş olmasına karşın Avrupa’nın bize yaklaşımı ikircikli olmuştur.

\n

***

\n

Avrupa’nın tutumunda, önyargılar ve art niyetlerin bulunduğu yadsınamaz.
Ama göründüğünden daha karmaşık olan olayı salt onlara bağlamak yanlış olur.
Her şeyden önce Avrupa, büyümenin sorunlarıyla başa çıkmakta zorlanmakta, yeni ve Türkiye hacmindeki bir üyeyi hazmetmesinin sorunlu olacağını düşünmektedir.
Son kabul edilen üye Hırvatistan’ın nüfusunun yalnızca dört milyon olduğu düşünülürse
“Türkiye’nin hacmi” derken neyi kastettiğimiz iyi anlaşılır.
Türkiye ayrıca komşuları, etnik meseleleri yüzünden sorunlu bir ülke.
Türkiye’nin bu haliyle Avrupa’ya kabul edilmesi, AB’nin bütün bu sorunları da kendi bünyesine dahil etmesi anlamını taşıyacaktır.
Bu savlara verilecek yanıtlar vardır ama yanıtlar sorunları ortadan kaldırmıyor.
Ayrıca Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde çıban başı olan sorunlarının çözümüne doğru yol aldığını söylemek pek gerçekçi olmayacaktır.
Türkiye, Avrupa’yı istediğini 50 yıldır söylüyor. Ama 50 yıldır Avrupa’ya yakınlaşacağı yerde sürekli de uzaklaşıyor.
Örneğin, başlangıçta Türkiye’yi Avrupa’ya taşıyan lider pozuna bürünen
Tayyip Bey iktidarında da Türkiye, demokrasisinin kriterleri açısından Avrupa’dan sürekli uzaklaştı. Bu durumda AB’yi suçlamak yerine kendimize bakmamız daha doğru olur.

\n

***

\n

Tayyip Bey’in, totaliter tavırlarını eleştiren Avrupa kurum ve ülkelerine gösterdiği şu tepkiye bakın!
Doğrusunu isterseniz, bu ortamda Türkiye Avrupa ilişkilerinde yeni kazanımlar elde edilmesi bir yana, eski konumumuzu koruyup daha geri gitmemek bile iyi sayılır.
Örneğin, 1949’dan bu yana üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi üyeliğimizi bile gölgeleyecek konuma gelmeyelim de...
Türkiye’nin Avrupa’ya girme çabası son zamanlarda aklıma hep şu öyküyü getiriyor:
Uyanığın biri bakmış ki, son zamanlarda tarikat üyeliğinin getirisi var, girmeye karar vermiş
: Elini kolunu sallayarak olmaz, şartlara uyacaksın!” demişler, uymuş.
Cumaları kaçırmıyor, vaazlara gidiyor, mevlitlerde boy gösteriyor, sigara, içki içmiyor, her türlü kötü alışkanlıktan azade yaşıyormuş. En yakın arkadaşına da rapor veriyormuş:
- Bizim iş iyi gidiyor, bütün şartlara uyuyorum, yakında tarikata gireceğim.
Sürenin bitmesine 3 gün kala bizim uyanık, Migros’ta alışveriş ederken önündeki mini etekli hatun, elinden kesekâğıdını düşürmüş ve almak için dizlerini kırmadan eğilmiş. Film de orada kopmuş!
Olaydan 15 gün sonra iki arkadaş yeniden karşılaşmışlar, arkadaşı sormuş:
- Ne oldu senin tarikat işi, girebildin mi?
Bizim uyanık bozuk bir edayla yanıt vermiş:
- Giremedim. Onu boş ver de artık Migros’a da giremiyorum.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları