Barış ve Çevre

01 Eylül 2013 Pazar

Sevgili,
Bölgemizde savaş rüzgârları eserken 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü kutluyoruz.
Aynı zamanda, bu yılki Dünya Barış Günü’nde BDP dört kentte mitingler düzenliyor.
Bugün, bölgedeki savaş rüzgârları ve BDP’nin mitinglerinden değil de, genel olarak barış kavramından ve
“barış özlemi”nden söz etmek istiyorum. Çünkü bu konuda kafalar oldukça karışık, büyük de bir kavram kargaşası var ortalıkta.
Barış özleminin insanlık kadar eski olduğu çokça telaffuz edilen bir nakarattır, kanımca gerçeği de tam olarak yansıtmaktan çok uzaktır.
İnsanlık tarihinin büyük bir bölümünde savaş tutkusu egemendir. Barış değildir kutsanan.
Tarihin çok büyük bir bölümünde, barış kahramanlarından söz edilmez, yüceltilenler fatihlerin fetihleridir.
Savaşlar ile barışlar birbirlerini izlemişlerdir tarihte.
Barış kavramı da bugün ona yüklediğimiz içerikten çok uzaktaydı. Adil ve kalıcı bir barış değildi aranan. Savaşı kazananın kaybedene koşullarını zorla kabul ettirdiği barışlar söz konusuydu daha çok.
Durum böyle olunca da, adil ve kalıcı bir barışa ulaşılmıyor, uzlaşıyla elde edilmiş bir çözümden çok, güçlüye zorla boyun eğilen bir savaşmama haline ulaşılıyordu. Savaşmama hali de yenilen belini doğrultana kadar sürüyordu.

\n

***

\n

Tabii ki fetihlerin sefasını egemenler sürerken, acı bedelleri çalışanlar ödüyorlardı.
Ama bu durum yine de geniş kitlelerde yoğun bir barış özlemi yaratmıyordu.
Yani barış özlemi insanlık tarihi kadar eski falan değildi ve tarih her savaşın içinde kendi barışını, her barışın içinde kendi savaşını barındırdığı bir savaş-barış diyalektiği süreci haline gelmişti.
Barış zorunluluğu ve özleminin tarih sahnesinin önüne çıkması, savaş-barış diyalektiğinin kırılmaya yüz tutmasıyla yani dünya savaşı dediğimiz iki paylaşım savaşıyla oldu.
İki dünya savaşı sırasında teknoloji öylesine ilerlemiş, kitlesel imha silahları öylesine yıkıcı bir hal almıştı ki, savaşların kazanan için de artık götürüsü getirisinden fazla olmuştu, hatta savaş-barış diyalektiği zincirinin sona ermesi gündemdeydi. Özellikle kimyasal silahların, kitle imha silahlarının gelişmesiyle artık savaşların barışlarının olamayacağı bir aşamaya gelmişti insanlık.
İşte bu nedenledir ki, barış tutkusu ve özlemi savaş-barış diyalektiğinin kırıldığı 20. yüzyılda insanlığın tarihinde ön plana çıkmıştı, bir nükleer savaşla insanlığın topyekûn yok olması tehlikesi 20. yüzyılda barışı zorunlu kıldı. Blokların tarihe karıştığı bugün topyekûn bir nükleer savaş tehlikesi, geri dönülmez biçimde ortadan kalkmamış olsa bile, nispeten geride kalmış görünmektedir. 21. yüzyılın birincil tehlikesi bir topyekûn bir nükleer savaşla insanlığın bir anda yok olması değildir.
O 20. yüzyılın tehlikesiydi, 21. yüzyılın tehlikesi ise insanların yaşadıkları dünyayı yoğun biçimde kirleterek, tedrici olan, ama gittikçe ivme kazanan bir biçimde yok olmanın eşiğine gelmiş olmalarıdır.
Kısacası çevre sorunları, barış sorunlarının önüne geçmiş, insanlık için daha önemli konuma gelmiştir.
Bu yüzdendir ki günümüzde çevreci ve doğacı hareketler, barış hareketlerinden daha önemlidirler.
20. yüzyılın asıl tehlikesi karşısında barış hareketi öne çıkıyordu.
21. yüzyılın başat tehlikesi ise çevre ve doğa olunca, orada da kaçınılmaz olarak, çevreci hareket öne çıkacaktır.
1 Eylül Dünya Barış Günü’nü, bu bilinçle kutlarsak, ona daha da çağdaş bir içerik kazandırmış oluruz sanırım.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları