Demek ki Neymiş?

17 Ocak 2013 Perşembe

Türkiye’nin en büyük sorunlarından ve utançlarından biri de kadına karşı uyguladığı ayrımcılık ve kadın cinayetleridir.
Hemen her gün gazetelerde, bıraktığı ya da boşamak istediği kocası tarafından öldürülen kadın haberleri yer alıyor.
Doğrusu devlet ve dolayısıyla toplum da gereken ilgiyi göstermiyor. Gerekli önlemler alınmış olsaydı, pek de âlâ kurtarılabilecek olan kadınlar, resmi makamların umursamazlığı, toplumun vurdumduymazlığı yüzünden ölüp gidiyorlar.
Nedenlerin açıklanmasında kara cehalet yetersiz kalıyor, tarım toplumu kültürünün kadını ikinci sınıf yaratık olarak algılaması da tek başına açıklayıcı olmuyor.
Kadınlar, herkesin gözü önünde öldürülürken, aşağıdaki satırlar, mektep değilse bile medrese görmüş
Ali Bulaç’ın Zaman’daki köşesinde yayımlanıyor:
“Bence prensip olarak, dini öğretinin tamamından ve beşeriyetin her bölgesinde ve din havzasında gözlenen örfünden anladığım kadarıyla, kadının birinci görevi annelik ve ev hanımlığıdır. Zaruret varsa, iş piyasasında, öncelikle emeğini hak edecek ücretli istihdam edilmesi gerekir. Liberal kapitalist piyasa ise kadını farklı çerçevelerde evin dışına çıkmaya zorluyor, anneliği ve ev hanımlığını itibarsızlaştırıyor, erkekler bu şekilde kışkırtılmış kadınlarla evlenmek istemiyor, sonuçta olan yine kadına oluyor.”

\n

***

\n

Ali Bulaç, olayı baştan koymuş kadının birinci görevi annelik ve ev kadınlığıymış, onun erkek ile eşit bir yaratık olarak çalışma hayatına atılması söz konusu değilmiş.
Gerçi bir istisnası varmış, o da zaruret haliymiş. İşsizlik oranı bu kadar yüksek olduğunda, kadın el emeğine ihtiyaç duyulmayacağından zaruret hali söz konusu olamaz. Olsa olsa savaş hallerinde düşünülebilir.
Ama liberal kapitalist ekonomi (neden yalnız o?!) kadını
“kışkırtıyor ve böylelikle fıtri (yaradılıştan gelen) rolünü kaybetmesine neden oluyor” ve bu da erkeği kadına karşı acımasız şiddete, vahşice cinayetlere sürüklüyormuş.
Ali Bulaç’ın açıklaması bu.
Bu satırları yazarken, yakışıksız deyimler kullanmaktan da geri kalmıyor Bulaç ve diyor ki: “Sonunda kadın devlete sığınıp, ‘kendini devletleştiriyor’...”
“Kadının kendini devletleştirmesi”nin ne anlama geldiğini anlamadık, değerli âlim Bulaç açıklasa da anlasak.
Ali Bulaç’ın vardığı sonuç da ilginç. Bakın ne diyor:
“Madem bizim kadınlar da bu modern tecrübeyi yaşamakta çok kararlı, yemekte oldukları ‘acı meyve’nin sonucunu beklemekten başka çare yok.”

\n

***

\n

Ali Bulaç’tan bunları okumak beni şaşırtmadı. Bu zihniyeti biliyor ve sürekli göz önüne sermeye çalışıyorduk.
Bilmiyorum, kadının çalışmamasının da, Bulaç zihniyetini tatmin etmeye yetmeyeceğini belirtmeye gerek var mı?
Aynı zihniyet kadının tek başına sokağa çıkmasını, araba kullanmasını da kışkırtma sayarak, bizi Suudi Arabistan gibi bir karanlığa sürükleyebilir.
Bu zihniyetin esas amacı budur ve iktidarla işbirliği yaparak, bu amacına yöneleceğine de inanmaktadır.
Türkiye’de bütün yapılanlar da bu amaca yöneliktir.
Artık gerçeği görmenin zamanı gelmiştir.
Tabii bu gerçeği gördükten sonra, eğitimde türbanın serbest kalması, kamu yaşamında dinsel inançların sergilenmesinin birer özgürlük mücadelesi olarak gösterilmesinin de nasıl bir yalan olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Çalıştığı için dövülmeyi ve öldürülmeyi hak ettiğini düşündükleri kadınların türbanlı eğitim özgürlüğünü savunduklarını söyleyenlere nasıl inanalım?
Ali Bulaç’a bu gerçekleri gözümüze soktuğu için teşekkür borçluyuz.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları