İki Ucu da Pis

18 Eylül 2014 Perşembe

12 Eylül’ün sillesini yiyip hapishaneye düşmüş bulunan iki kişinin gazeteci olanı, profesör olanına, daha 20. yüzyılın bitimine 15 kala, Sağmalcılar’daki koğuşlarında, 2000’lerin ilk yıllarında siyasal İslamın iktidara gelerek programını uygulamaya başlayacağını, ordunun da duruma seyirci kalmak durumunda olacağını söylüyordu.
Öngörü aman aman dedirtecek bir kehanet değildi. Siyasal İslamın orta sağın kanatları altında başladığı yolculuğunda amacına doğru emin adımlarla ilerlediği, orta sağın kanatları altından kurtulup kendisi sağın çekim odağı olduğunda, tek başına iktidar onun olacağı, 12 Eylül’ün ivmeyi hızlandırıcı bir rol oynadığı görülmesi güç gelişmeler değildi.
Siyasal İslam Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde, kapitalizm ve emperyalizm ile uzlaşarak, “Ilımlı İslam” kisvesi altında. ABD’nin desteğiyle iktidarı ele geçirdi.
Siyasal İslamın ABD ile uzlaşan örgütü AKP, kapitalist sistemin işleyişine engel olacak girişimlerde bulunmayacağını, ABD’nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarına uyacağını garanti ediyordu.
Siyasal İslam önce emelleri önündeki iç engeller TSK, yargı ve yarım yamalak demokrasinin kalan son kurumlarını da ortadan kaldırırken Washington’un desteğini aldı.

***

Gerçi, AKP’nin iktidarı büyük bir yol kazası ile başladı. Daha iktidar olmasının üstünden birkaç ay geçmişken, ABD askerlerinin Türkiye’den Irak’a girmelerine izin veren tezkere 1 Mart 2003’te TBMM’den geçemeyince, AKP kendisine iktidar yolunu açan vaatlerinin en önemlisini yerine getirememiş oluyordu.
Durum vahimdi, ama Tayyip Bey, BOP’a bağlılığını ifade elli, fatura TSK’ye kesilerek yola devam edildi.
“Askeri vesayeti tasfiye ediyoruz, ileri demokrasiyi kuruyoruz. Yargıyı etkilerden arındırıyoruz” söylemleriyle başlatılan girişimler desteklendi, despotizme yönelen hamleler görmezden gelindi.
Sonra 2009 başında Davos’ta Tayyip Bey’in “one minute” çıkışıyla yeni bir süreçle birlikte Tayyip Erdoğan’ı model olarak gösterenlerin içine kurt düşmeye başladı.
Gerçi başlarda söylemin ötesine geçip, eyleme yansıyan bir çelişki yoktu arada.
Çünkü ABD de bölgede kendi emellerine doğru yürürken, mezhep çatışmalarına göz yumuyor, hatta bel bağlıyordu. Bölgedeki “Şii tehlikesi”ni etkisizleştirmek için Sünnilere destek veriyordu.
Bu durumda, Tayyip’in Sünni eksenli yaklaşımları fazla da sakıncalı görülmüyordu. Ama Arap Baharı ile birlikte, Batı Siyasal İslama verdiği desteği bir kez daha sorgulamaya başladı.

***

Artık, Tayyip Erdoğan ile ABD arasında ciddi çelişkiler oluşmaya başlamıştı. ABD siyasal İslamın “Ilımlı İslam” döneminin geçici olduğunu, Sünnileri destekleyerek Şiileri dengeleme politikasının, yeni ve daha büyük tehlikeler doğuracağını görmeye başlamıştı.
ABD siyasi İslama destek politikasının kendisi açısından yararlarını ciddi biçimde sorgulamaya başlar, Tayyip de Sünni eksenli yaklaşımını daha da artırırken, Washington kulislerinde şu çok ciddi endişe sorusu sorulmaya başlandı:
- Acaba yanlış adam mı seçtik? Acaba çıkarımızla bağdaştığını sandığımız siyasal İslamın her türlüsü de zararlı mı?
Aynı anda, Sam Amca’da ilk defa duyulan değişik sesler çıkmaya başladı:
- Türkiye müttefikimiz değil!..
- IŞİD petrolünü alan kamyonları izliyoruz, gerekirse vururuz!
Tayyip de IŞİD konusundaki ikircikli tutumu ile, Türkiye’yi tehlikeli sulara doğru sürüklerken, içinde bulunduğu çelişkinin de farkındaydı:
İktidara Amerikan desteğiyle gelmişti, gücünü büyük ölçüde ondan alıyordu. Ama şimdi Sünni İslamcı politikası Washington ile çelişmekteydi.
Çelişkinin uzun süre böyle gitmesi beklenemez, er veya geç taraflardan biri öbürünü alt edecek.
Ama üstün gelen kim olursa olsun Türkiye kazançlı çıkmayacak, çünkü taraflardan hiç birinin üstünlüğü Türkiye’ye demokrasi ve barışı sağlayamayacak.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları