Katledilen Üç Fidan

09 Mayıs 2014 Cuma

Salı günü, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı, ölümlerinin 42. yılında andık. Tabii onları anarken Halit Çelenk’i de yâd ettik.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları ile ilgili biyografilerde idam edilerek öldürüldükleri yazılıdır.
Yanlıştır.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilmediler.
İdamın hukuki bir karara dayanması esastır.
Deniz Gezmiş’lerin idamının hukuki dayanağı yoktur.
Hukuki gerekçe olmadan idam olmaz, cinayet olur.
Bu yüzden de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan katledilmişlerdir.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları, o dönemde yürürlükte olan ve bugünkü Ceza Yasası’nın 309 ile 311. maddelerine tekabül eden eski TCK 146/1’e dayanarak mahkûm edilmişlerdir.
Bütün bu maddeler “cebir şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye teşebbüs etmek” suçunu düzenlerler.

***

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının eylemleri ne o zamanki TCK:146/1’e ne de, bugünkü TCK 309 - 311’inci maddedeki unsurları içermektedir.
Çünkü o zaman da bugün de suçun oluşabilmesi için, cebir şiddet unsuru şarttır.
Bu cebir şiddet, darp, tokat, yumruk gibi olmayıp elverişli vasıtaları kapsayan bir cebir şiddet olmalıdır.
Yani beş Kalaşnikof, üç tabanca ile anayasal düzen yıkılamaz. Bunun için top, tüfek, uçak, roket, yeterli askeri kuvvet, kolordu, ordu lazımdır.
Buna doktrinde, elverişli vasıtalar denir.
Elverişli vasıtalar yoksa, suçun unsurları da oluşmamış demektir.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ellerinde, anayasal düzeni değiştirmeye yetecek elverişli vasıtalar olmadığına göre suçun unsurlarının oluşmamış olduğu da kesindir.
Bu durumda da, verilen mahkeme kararının hukuki dayanağı yoktur.
Ama adaletin olmadığı ülkelerde veya dönemlerde hukuki dayanağı olmayan mahkeme kararları fiili sonuçlar doğurabilmekteydi. Nitekim, Deniz Gezmiş’ler olayında öyle oldu. Ve suçun unsurları oluşmadığı mahkemenin kararının hukuki mesnedi bulunmadığı halde, fiilen asılarak devlet eliyle öldürüldüler.

***

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla ilgili karar bir adli hata değildir. Çünkü burada söz konusu olan hata değil, kasıttır. Nitekim bu olayda da böyle olmuştur. Dolayısıyla adli hatadan değil, adi cinayetten söz etmek gerekir.
Ama bir noktayı da unutmamak ve katledilen üç fidanın ölümlerinin sorumluluğunu yalnızca askeri darbecilerin sırtına yük-lememek gerekir. Çünkü unutmayalım, bu idam cezalarının infazı konusunda Adalet Partisi’nin gayretiyle, TBMM’den onay çıkmıştı. Ve AP’nin o zamanki başkanı onayını belli ederken, oylamada iki elini birden kaldırmıştı.
12 Mart darbecilerinin büyük sorumlulukları olduğunu söylerken darbecilerin cinayetinin önlenmesinin imkânı TBMM’nin elinde olduğu halde bunu kullanmadığını da görmezden gelemeyiz.
Gelelim yine cebir şiddet kullanarak anayasal rejimini değiştirmek, demokrasinin ilkelerini çiğnemek konusuna.
Cebir şiddet unsuru için elverişle vasıtaları daha önce gördük. Ama bu konuda bir de manevi cebir vardır ki, burada tek kurşun sıkmadan, tek bomba atmadan, tek yumruk sallamadan da cebir, şiddet unsurunun gerçekleşmesi mümkündür.
Bu duruma manevi cebir unsuru derler. Manevi cebir, anayasal düzeni devletin erkini kullanarak değiştirmeye teşebbüs halinde olur.
Yani örneğin, birisi şu ya da bu şekilde, isterse de seçimle ele geçirdiği devlet erkini, anayasal düzeni değiştirmek, demokratik ilkeleri çiğnemek için kullanırsa manevi cebir unsuru gerçekleşmiş ve TCK. 309’daki suç işlenmiş olur.
“Ne demek istiyorsun” diye sormayın! Artık anlayana sivrisinek saz...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları