Aslı Aydıntaşbaş

Etnik meseleler, algılar, rakamlar

25 Ocak 2018 Perşembe

Afrin harekâtının temel eksiğinin, Ankara’nın kendi bölgesindeki Kürtlere yönelik bir vizyon sunmuyor oluşunu, geçen yazımda belirtmiştim. O günden bu yana yaşanan gelişmeler, medyaya yansıyan fotoğraf kareleri, siyasi açıklamaların kıyısında köşesinde kalan bazı cümleler, bu kaygımda ne kadar haklı olduğumu gösterdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, üst düzey askeri yetkililerin, siyasilerin ve medyanın bolca kullandığı “Kürt kuşağına izin vermeyiz” lafına tepki gösterdi. Erdoğan ve çevresindekiler, harekâtın üçüncü gününden itibaren “Biz Kürtlere değil YPG’ye karşıyız” mesajının altını çizmek durumunda hissetti.
İyi de, bu tezi savunurken hükümetin elini oldukça zayıflatan birkaç durum var. Birincisi, sürekli cepheden gelen bozkurt selamları. Türkiye kamuoyu da, Kürtler de bunun hangi ideolojinin selamı olduğunu, ne anlama geldiğini biliyor. Mesele sadece Afrin ve Suriye coğrafyasındaki Kürtler değil, asıl mesele bu fotoğraf karelerinin Türkiye’de yaşayan Kürtler için anlamı.
İkinci sıkıntı, Türkiye’nin kendi coğrafyasında yaşayan Kürtlerle ortak yaşam kurma iradesine dair net ve güçlü bir dil kullanamaması. “Irak’a kadar güvenli bölge kuracağız” demek, askeri bir tercihtir; vizyon değil. Peki, uzun dönemli stratejiniz nedir? İlelebet AKP-MHP tarafından yönetilen bir Türkiye mi düşünüyorsunuz? Türkiye’nin sınırlarındaki Kürt realitesiyle nasıl bir ilişki kuracaksınız? 5, 10 ya da 20 yıl sonraki ülke tahayyülünüz nedir?
Yine aynı noktada, röportajlar uzayınca, mikrofonlar çoğalınca yetkililerin, “Aslında Afrin’de o kadar da Kürt yok” anlamına gelen istatistikler vermesi, bir başka vahim hata.
Afrin, yıllardır “Kürt çoğunluğu” olan bir yerleşim merkezi olarak biliniyor. Ama mesele bu da değil. Ben Irak savaşı öncesinde, Ankara’daki yetkililerin Türkmenler konusunda nasıl yanıltıcı istatistiklerle hareket ettiğine bizzat şahit oldum. Tavsiyem, muhaliflerin verdiği rakamlara değil, uluslararası hukuk ve bölgesel kardeşlik prensiplerine odaklanın.
Suriye konusunda en önemli başucu kitaplarından birinin yazarı Nikolas Van Dam, Hafız Esad’dan itibaren Baas rejiminin, demografik mühendislik yapabilmek için sayım ve istatistik çalışmalarını nasıl durdurduğunu anlatır. Suriye’nin demografik yapısıyla ilgili elimizdeki rakamlar, yanılmıyorsam 60’lardan kalma; onlar da Kürt-Arap-Türkmen gibi etnik değil dini kategorilerle ayrılmış durumda.
Ama savaş dönemi istatistikleri yanıltıcıdır. 2012’den beri PYD’nin hâkim olduğu Afrin, peyderpey Arap göçü verdi, ancak IŞİD’in elindeki bölgelerden sürülen Kürtlerin sığınma alanı oldu. Türkiye’de yetkililerin “şu kadar Kürt, bu kadar Arap var” demesi, hem yanıltıcı, hem de harekâtın Kürt varlığını frenlemek amaçlı olduğu algısını güçlendiriyor. Bize ne kaç Kürt, kaç Arap olduğundan? Nihayetinde Afrin, çokkültürlü bir Suriye şehri ve kendi dinamikleriyle yönetilmeli.
(Arap çoğunluğu olduğu halde fiiliyatta YPG tarafından yönetilen Manbij, Tel Abyad, Rakka gibi şehirlerin varlığını da biliyorum. Suriye’de nihai siyasi çözüm aşamasına gelindiğinde, bu şehirlerin YPG destekli bir yapıyla değil, yerel halkın temsilcileri tarafından yönetilmesi gerektiği, herkesin malumu. Bu, her Suriye şehri için geçerli.)
Bize düşen, etnik ölçümler yapmak değil, Suriye’de temsili ve demokratik yerel yönetimler kurulmasını sağlamak. Bu yönetimlerle barışçıl ilişkiler geliştirmek, Türkiye’nin yumuşak gücünü ve değişim kapasitesini yerel halklara yaymak. Vizyon böyle olur.
Son olarak Ankara’nın argümanlarını zayıflatan bir başka nokta, hükümetin Türkiye’deki yerel yönetimler ve Kürt siyasi figürlerine yönelik sert politikaları. Eğer bu ülkede yüzde 60’larla, hatta 70’lerle oy alan belediye başkanları yerine kayyım atanmamış olsaydı, Ankara, telaffuz ettiği prensipler konusunda daha inandırıcı olabilirdi.
Ama halihazırda söylenenlerle oluşan algı arasında uçurum var.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları