Millet olamamak-2

20 Mayıs 2023 Cumartesi

Aynı başlığı taşıyan bir önceki yazımda bugün yaşamakta olduğumuz sıkıntıların “millet olamamak” olgusuyla ilgisini açıklamaya çalışmıştım.

Bu yazımda “millet” kavramından anladığımı, buna bağlı olarak da neden millet olamadığımız konusunda düşündüklerimi; tarihsel, toplumsal nedenleriyle açıklamaya çalışacağım.

Millet, sadece ve basitçe dil birliği, inanç birliği, etnik köken birliği olan topluluk demek değildir. Böyle topluluklara kavim denir. Millet çok daha karmaşık ve modern bir olgudur. Dil birliği iletişim bütünlüğünü sağladığı için millet olmanın asli bir unsurudur. İnanç ya da (çok tartışma götürür bir konu olan) etnik köken birliği ise millet olmanın zorunlu koşulu değildir. Buna karşılık merkezden bütün ülkeye dağılan ekonomik iletişim ağının varlığı millet olmanın zorunlu koşuludur. Bunların toplamında ve yanı sıra ortak bir tarihin ürünü olmak ise süreç içinde, bir milletin varlığını oluşturan toplumsal, kültürel, duygusal, ahlaki bir olgudur. 

Çok halklı, çok kavimli, çok etnik topluluklu Osmanlı Devleti fütuhatlarını sürdürmekte ve sonrasında gerilemekteyken Batı’da parçalanan ve devrimlerle sarsılan imparatorluklar milli devletlere dönüşmekteydiler.

Osmanlı’nın böyle bir şansı, bir Osmanlı milletine dönüşme olasılığı var mıydı? Kendilerine “Genç Osmanlı” diyen ilerici Osmanlı aydınları (Batı onlara genç Türk/Jön Türk diyordu) bir “Osmanlı milleti” kavramı üzerinde düşünmüşlerse de bugün bunu tartışmanın bir anlamı olacağını sanmıyorum. Zaten tarih gereğini yerine getirdi. Tarihsel gelişim içinde zaten parçalanmak zorunda olan imparatorluk, çağın gereklerine ayak uyduramayarak parçalanmanın da ötesinde paramparça oldu. İmparatorluğun egemenlik alanındaki Balkan halkları kendi milli devletlerini kurma sürecini zaten başlatmışlardı. Bu, emperyalizmin güdümündeki (kimilerinin eski ve köklü devlet gelenekleri olan) Ortadoğu Arap halkları için de böyle oldu. İmparatorluğun asıl kurucu, yönetici unsuru olan Türkler, yanı sıra da Osmanlı yurttaşı (uyruğu) olan Kürt, Ermeni, Musevi vb. halk toplulukları bir bakıma ortada kaldılar... 

Bu (ve bir önceki) yazının konusunu oluşturan Türkler, Osmanlı’nın bütün yükünü omuzlarında taşımakta olan yönetici ve egemen unsurken bir yandan da Anadolu ve Rumeli topraklarının işgal edilmesiyle bu kez bu topraklarda da parça parça olmanın eşiğine geldiler. Kurtuluş Savaşı’nda başarıya ulaşılmamış olsa kaçınılmaz bir son olacaktı bu.

Mustafa Kemal’in dehası (kuşkusuz onun da öncesinde ve zamanında sayısız yurtseverin katkısı ve halkın özverisiyle) bir millet yaratıldı. Bu millet, onun sözlerini tekrar ederek söylersek “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkının” adı olan “Türk milleti”dir...

Bu “millet”in küçümsenemeyecek bir bölümü, belki yarısı ya da yarıya yakını, bugün neden kendi var oluşuna karşı bilinçsiz ve kayıtsız gibidir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluş temellerini oluşturan laiklik, demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü kadın-erkek eşitliği gibi çağdaş kavramlar, neden, yine küçümseyemeyecek sayıda Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarınca değersizleştirilmekte, hor görülmekte, yok sayılmaktadır?

Cumhuriyetin kuruluşunda ve sonraki birkaç on yılda gelişimini heyecanla sürdüren, imparatorluk sonrasında dünyanın yeniden ve çağdaş bir düzeyde saygınlığını kazanan bu yeni “millet” oluşumu, nasıl oldu da giderek hızlanan bir süreçte Cumhuriyet öncesini anımsatırcasına dağılan, ayrışan, parçalanmakta olan bir millet görünümü almaya başladı?

Nasıl oldu da bugün “Türk”, “Türklük”, “Türk milleti”, “Türkiye” ve hatta “Türkçe” kavramları tartışılır, küçümsenir, kimi çevrelerce de açıkça yadsınır oldu?

Bu ve benzer sorunları yanıtlama çabası üçüncü bir yazının içeriğini oluşturacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ülkem için korkuyorum 24 Nisan 2024
Devlet suç işliyor 17 Nisan 2024
Bir bayram kutlaması 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları