Aydın Engin

Boğaza karşı viski içtim...

09 Ekim 2016 Pazar

Durun durun, başlığa bakıp hemen “Türkiye bu durumda iken... Hapishaneler sadece AKP iktidarına muhalif olduğu için tutuklananlarla tıklım tıklım dolmakta iken... FETÖ kılıfı altında temel özgürlükler ayaklar altına alınır, hukuk yerine orman kanunları ikame edilirken sen tutmuş...” diye beni azarlamayın.
Hele bir dinleyin...
Onat Kutlar’ı 80. yaşında anmak için bir kitap hazırlandı: Onat Kutlar’a mektup var!
Cumhuriyet Kitap Eki’nin elebaşısı kitabın tanıtım yazısını benim yazmamı buyurdu. Henüz basılmamış, ancak baskıya hazırlanmış kitabı elektronik ortamda yolladılar. İki gün de süre verdiler.
Tamam, Onat benim kadim bir arkadaşım. Nitekim ben de o kitaba bir mektup yazarak onurlandım. Ama bir de Cumhuriyet Kitap eki için bir yazı nereden çıktı? Hem de izin yaptığım bir günde. Yani tam bir angarya.
Homurdanmasam bile, eteklerim de zil çalmadan masanın başına, bilgisayarın önüne çöktüm. Çoğunu tanıdığınız, yazılarını, şiirlerini bildiğiniz “Onat Kutlar’ın arkadaşları”nın mektuplarını okumaya başladım. Niyetim bir iki mektup baştan, bir iki ortadan, bir iki de sondan okuyup kolayından bir yazı kotarmak. 448 sayfayı satır satır okuyacak halim yok ya...
Meğer varmış.
İlk mektuptan başladım ve sonuncusuna kadar masadan kalkmadan, mola vermeden, handiyse soluk almadan bütün kitabı okudum. Yedi saati geçmiş.
Bitti.
Bir kitap okumadım; Onat’ın aynasında, her biri üstüne sayfalar döktürülesi mektuplarda kendi çocukluğumu, gençliğimi, üniversite yıllarımı, gazeteciliğe başladığım o çalkantılı yılları, sıkıyönetimleri, askeri ve sivil hapishanelerin koğuşlarını, volta boyu sohbetleri, siyasal göçmenlik yıllarımı, Türkiye’ye dönüşümü, Cumhuriyet yıllarımı bir kez daha yaşadım.
Sinema sanatına vurgun Onat’tan söz eden bir yazıda “klişe” sayılmaz: Onat’ın aynasında kendi hayatım bir film şeridi gibi önümden aktı geçti...
Ve tabii Onat’lı anılar, anılar, anılar...
Hayır anlatmayacağım. Buraya sığmaz. Mesela 12 Mart karanlığında polisler bizi fellik fellik ararken, sahte kimlik niyetine, üstünde kendi fotoğraflarımız yapışık “Sinematek üyelik kartı”nı kendi elleriyle hazırlayıp, “Seni Hasan Keklik olarak sinematek nüfus kütüğüne kaydediyorum” diye dalgasını geçtiği ve o sahte kimlikle nice polis denetiminden sıyrıldığımızı anlatmayacağım.
Boleslavski’nin “Ritim bütün sanatların prensidir, tempo onun piç kardeşi” cümlesi üstüne saatler değil günler süren o ateşli tartışmalarımızı anlatmayacağım...

***

Kitabı bitirdim ve derin bir sızı, içimi acıtan bir keder çöktü üstüme...
Tuttum, boğaza karşı viski içtim.
Boğaz dediysem, bildiğiniz boğaz değil. Marmara Adası ile karşısında sıraya dizilmiş Ekinlik, Avşa, Koyun ve Paşa Limanı adaları arasındaki boğazdan söz ediyorum.
Viski dediysem kaç yıllık olduğunu bilmediğim ve şişenin dibinde iki, üç parmak(çık) kalmış, “asker viskisi” diye küçümsenen berbat bir içkiden söz ediyorum.
Olsun. Boğaza karşı viski içtim yine de...
Bütün yaz Cumhuriyet yazıişlerinde çalıştırıldıktan sonra şu güzelim güz günlerinin tadını çıkarmak için tüydüğüm Marmara Adası’ndaki keyifli tembellik günlerim bitti. Yeniyetme gazetecilerin diliyle söylersem: Dönüş yapıyorum.
Asfalta, betona, ambulans çığlığına, egzoz gazına dönüş...
Onat’ın anılarının kederi üstüne bir de dönüş binince gel de içme...
Sade suya tirit bir Tırmık mı oldu?
Keder bastı, hoşgörün...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları