Aydın Engin

Türklerin Tercihi Ne Olmalı?

06 Kasım 2014 Perşembe

İstesek de istemesek de, hoşlansak da hoşlanmasak da Türkiye’nin acil çözüm bekleyen, önem sıralamasında ilk sırayı alan sorunu besbelli ki “Kürt sorunu.”
Sorunun tanımlanışından çözüm önerilerine kadar yurttaşların, siyasi partilerin, grupların, hareketlerin birbirinden büyük ya da küçük farklar içeren önerileri var. Kimi askeri çözümü tek çözüm olarak benimsiyor ve savunuyor; kimi barışçıl bir çözümün mümkün olduğuna inanmış, onu savunuyor.
Kuşkusuz barışçıl çözüm diyenlerin de çözümden anladıkları, çözümü tanımlayışları arasında büyük ya da küçük farklar var.
Ancak çözümün ne olacağı, içeriği ve koşullarını belirleyecek olan siyasal iktidar ile Kürt siyasal hareketi. Ötesi dostça uyarılardan akıl vermelere, itirazlardan gözü kapalı desteklere kadar uzanıyor ama belirleyici değil.
Evet, süreci sonuca taşıyacak (ya da taşıyamayacak) olanlar siyasal iktidar yani AKP hükümeti ve Kürt siyasal hareketi yani İmralı - Kandil - HDP üçgeni.
Şu günlerde o cephede durum epey karışık gibi. Süreç -deyim uygunsadondu. Selahattin Demirtaş’ın sözleri bunu pek net kanıtlıyor: “Hükümet ile heyet arasında görüşme yok, bu olağanüstü bir durumdur.”
Süreç hazır buzdolabında iken günübirlik gelişmelere takılmadan Kürtlerin gelecek tasavvurları üstüne Türklere bir soru yöneltmek, kanımca bereketli ve yakıcı bir tartışmayı bir ucundan kışkırtmak istiyorum.
Bugün Kürtler dört ülkenin, dört ulusdevletin sınırları içinde yaşıyorlar: Sayıca en büyük kesim Türkiye’de, sonra Irak, sonra Suriye ve İran.
Bu dört ülkenin güçlü ve sıkı denetimli sınırları ve sınır kapıları kendilerini tek bir halk olarak tanımlayan Kürtler arasındaki ilişkilere başlı başına birer engel. Daha birkaç yıl öncesine kadar birbirleriyle tel örgüler ardından bayramlaşabilen Türkiye ve Suriye Kürtlerini hatırlayın. Irak ve Suriye’de şu dönemde yaşanan kaos, iç savaş benzeri çatışmalar yüzünden sınırlar bir ölçüde kevgire döndü. Ama bu gerçeği değiştirmiyor. Kürt halkı dört ülkeye yayılmış ve birbirlerinden sınırlarla ayrılmış bir halk. “Bu dört ülkenin önümüzdeki dönemde tutumu ne olacak, Kürtlere ilişkin gelecek tasavvurları ne” gibi sorular bu yazının konusu değil. Keza ne pahasına olursa olsun Ortadoğu petrollerini kendileri açısından güvenceye almaya kararlı ABD, AB, Japonya, Kore gibi sanayi ülkelerinin Kürtlere ne gibi bir gelecek biçtikleri, Kürtler için ne gibi planlar yaptıkları da bu yazının konusu değil.
Bu yazıda sadece ve sadece Kürtler içindeki ve arasındaki gelecek tasavvurlarını tartışmaya çabalamaktayım.

***

Görebildiğim kadarıyla iki ana yönelim var.
Birincisinin başını Irak Kürdistanı’nda Barzani çekiyor. Barzani, bir ata - dede mirası gibi devraldığı bir hedefe, bir Kürt ulus-devleti kurma hedefine yöneldi. Epey de yol aldı.
Bağdat’ın bütün Irak’ı kapsayacak bir merkezi otoriteden büyük ölçüde mahrum kalmışlığı Barzani’nin Erbil (Hewler) merkezli bir Kürt ulus devleti inşa sürecini hızlandırdı ve kolaylaştırdı. Daha Saddam döneminde elde edilen “özerkliğin” epey ötesine taşan bir yönetim söz konusu. “Bağdat’tan tümüyle bağımsız bir ulus-devlet ilanına az kaldı” desem pek de abartmış sayılmam.
Birinci yönelimin özeti böyle.
Gelelim ikinci yönelime.
Onun mimarı da teorisyeni de Abdullah Öcalan.
Öcalan, 1999’da, PKK’nin kuruluş programından farklı olarak bir ulus-devlet inşaını yanlış ve sakıncalı bulduğunu ilan etti. Adını demokratik konfederasyon koyduğu bir model ortaya koydu. Yıllar içinde de modelini geliştirdi, kapsamını büyüttü, içeriğini inceltti.
Özetlemeye çalışacağım: Öcalan, Türkiye, Irak, Suriye ve İran’ın sınırlarını kabul eden, o ülkelerden toprak talep etmeyen; ancak buna karşılık o ülkelerin (“o ulus-devletlerin” diye okuyun) dört ülkeye yayılmış, dağılmış Kürtlerin birbirleriyle ekonomik, kültürel, siyasal ilişkileri özgürce kurabilmelerini sağlayacak bir tutum benimsemelerini, var olan engelleri kaldırmalarını öneriyor. Ayrıca yerel yönetimlerin çok güçlendirilmesi; merkezi yönetimlerin ise pek çok yetkiyi yerel yönetimlere terk etmesi gereğini savunan bir model öngörüyor. Avrupa Birliği’nde olduğu gibi insanların ve malların serbestçe dolaşacağı bir model. Hatta AB öncesinde Benelüx diye anılan, Belçika, Hollanda, Lüksemburg arasındaki birliğe benzer bir model…

***

Barzani’nin son adımlarını '61tmaya hazırlandığı model çok somut. Yeryüzünde pek çok benzeri var. Denenmiş, sınanmış bir model.
Öcalan’ın önerdiği ve bildiğim kadarıyla Kürt siyasal hareketinin bütün bileşenlerince benimsenen model ise… Evet, epey ütopik. Ortadoğu’da örnek alınabilecek bir benzeri, bir deney birikimi yok. Dört ülkenin iktidarlarının bu öneriye nasıl baktıklarına ilişkin bir bilgi de yok.
Ama yine de Kürt siyasal hareketinde yönü, yönelimi birbirinden tamamen farklı iki başat yönelim, iki model var.
Bunları özetlemeye çalıştım.
Şimdi biz Türklere sorayım:
Bu iki modelden hangisini tercih etmeli?

***

Not: Soru iki seçenek içeriyor. Soruya “Hiçbiri. Zaten Türkiye’de Kürtler bakan da oluyor, general de... Yani bir Kürt sorunu yoktur. Bunu milliyetçi Kürtler kışkırtıyor” gibi bildik cevaplar verenler bence zahmet etmesin. Keza “Ne süreci be! Koskoca ordumuz var. Hepsine diz çöktürürüz evelallah” diyenlere de sorulmuş bir soru yok. Boşuna kendilerini yormasınlar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları