Ayşe Emel Mesci

Sansür ve sanatın gücü

16 Ekim 2023 Pazartesi

İnsanlık yepyeni bir iletişim çağında yol alıyor. İletişim araçları o denli çeşitlendi ve evrensel bir nitelik kazandı ki basının, edebiyatın, sanatın korkulu rüyası olan “sansür” artık tarihe karıştı diye düşünülebilir. Öyle ya bırakın sınırlar ötesini, kıtalar ötesi, okyanuslar ötesi haberleşmenin, dünyanın öteki ucunda neler olup bittiğini öğrenmenin mümkün olduğu bir devirde, sansür de manasını yitirmiştir diye düşünülebilir. Ama ne tuhaftır ki her yeni iletişim aracı açtığı yeni ufukların yanında, “otoriteler”in onu denetlemek, sınırlamak, elden kaçırmamak adına geliştirdikleri yeni baskı ve sansür yöntemleriyle de geçiyor tarihe.

SANSÜR VE OTOSANSÜR

Sansür genellikle baskıcı, otoriter rejimlerle el ele yürüyen ve doğrudan “ifade özgürlüğü”nü hedef alan bir denetleme ve baskılama sistemi. Koyu otoriter rejimlerde sansüre süreç içinde “otosansür” eşlik etmeye başlıyor. İnsanlar sansür ve baskının esinlediği bir “korkudan korkmak” ruh hali içinde sansür edilmelerine gerek bırakmayacak şekilde kendilerini denetlemeye, ifade özgürlüklerini kendi kendilerine kısıtlamaya başlıyorlar. Bu ruh halinin sansürü uygulayan, kurumsallaştıran tarafta da farklı ama aynı yönde bir yansıması oluyor. Örneğin Orhan Koloğlu, “Osmanlı Dönemi Basınının İçeriği” adlı kitabında, II. Abdülhamit dönemindeki sansür kurumu için şu tespiti yapıyor: “Sansür memurları rejimin gereğine uyarak her şeyden önce kendilerini güvence altına almaya çalışmışlardır. Bunun çözümü de biraz endişe yaratabilecek her şeyi yasaklamaktı. Dengesizlik o hale gelmişti ki ‘Le Livre d’Or de L’Orient/Doğu’nun Altın Kitabı’ isimli Paris’te basılmış ve Abdülhamit’i öven bir kitabın ülkeye girmesini gümrükteki sansür memurları yasaklamıştı.

FARKLI SANSÜR VERSİYONLARI

Sansür olayı tabii ki iktidarla ilişkilidir ama buradaki “iktidar” sözcüğünü sadece siyasi iktidar diye yorumlamak eksik kalır. Her kurumda, her toplumsal birimde yetkiyi elinde bulunduranlar arasında, uygun buldukları ve bulmadıkları, anlaşılır ya da anlaşılmaz buldukları arasına bir çizgi çekme ve çizginin diğer yanında kalanları engelleme, susturma yönünde çaba gösterenlere de rastlanır ne yazık ki. Bu da “sansür” anlayışının, yasakçı zihniyetin farklı bir versiyonudur.

TARİHTEN BİR ÖRNEK: ‘EŞEK’

Belki şaşırtıcı gelecek ama sansürün sanat, özellikle de mizah alanında yaratıcılığı, soyutlama gücünü kışkırttığı da bir gerçektir. Bu konuda tarihten ilginç bir örnek, Baha Tevfik’in çıkardığı “Eşek” adlı mizah dergisidir. 1884’te İzmir’de doğan ve 1914’te daha otuz yaşındayken İstanbul’da apandisitten ölen Baha Tevfik, düşün hayatımızın ilginç kişiliklerindendir. Anarşizm akımını “Felsefe-i Ferd” adlı kitabıyla tanıtan, materyalist felsefeyi savunan yayınlar yapan Tevfik, ayrıca II. Meşrutiyet’in kısmen özgürleştirdiği basın ortamında mizah dergileri de çıkarır. Kasım 1910’da çıkardığı “Eşek” adlı derginin ilk sayısı kısa sürede tükenir ve ikinci baskı yapar. Kapağında bir masanın başına oturmuş, takım elbiseli ve eli kalemli bir eşek karikatürü yer almaktadır. Derginin kazandığı başarıya rağmen (veya bu yüzden) ikinci sayı çıkmadan toplatılır. Baha Tevfik bu defa “Malum” adlı mizah dergisini çıkarır. Kapakta hemen hemen aynı masa yer almakta ama bu defa eşeğin yalnızca kulakları görülmektedir. Gazetenin sloganı ise oldukça manalıdır: “Aşka geldikçe kulaklarını gösterir el-malum gazetedir.”

Belki Baha Tevfik’in ömrü yetseydi, bir sonraki aşamada kapak karikatüründe sadece masayı bırakıp yine de mesajını iletmenin, “malum”u ifade etmenin bir yolunu bulurdu. Sansür, sanatın, mizahın soyutlama ve bağ kurma gücüyle başa çıkamaz.

***

Hukuksuz bir biçimde uzun süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen Merdan Yanardağ’a geçmiş olsun ve hoş geldin diyorum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dünya bir sahnedir 1 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları