Azmi Karaveli

‘Vicdanın danış da gel, Dilo dilo yaylalar...’

07 Nisan 2018 Cumartesi

Afrin’e giden şarkıcılarla, tiyatro sanatçısı Füsun Demirel’in işsizlik isyanı aynı günlere denk geldi. Türkiye’de gittikçe derinleşen kutuplaşmanın kültür endüstrisindeki yansımasını da bu iki vakada okumak mümkün. Tıpkı İbrahim Tatlıses’in sanatçıların cepheye gittiğinde söylediği ‘Yaylalar, Yaylalar’ türküsünün o hiç de dile getirilmeyen bölümünde ifade edildiği gibi: ‘Vicdanın danış da gel / Dilo dilo yaylalar’

Afrin’e giden şarkıcılarla, tiyatro sanatçısı Füsun Demirel’in işsizlik isyanı aynı günlere denk geldi. Türkiye’de gittikçe derinleşen kutuplaşmanın kültür endüstrisindeki yansımasını da bu iki vakada okumak mümkün. Türkiye, son yıllarda anti-entelektüalizm olarak tabir edebileceğimiz bir süreçten geçerken, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine yönelik “komünist avı” da hafızalarımızdan silmek istediğimiz McCarthy’ciliği adeta yeniden hortlattı. Hatırlanacağı gibi McCarthy Amerikası’nda aydınlar “garip ve yumurta kafa (egghead)” olarak tanımlanır ve aşağılanırdı. Bu tanımlama aydınların “halktan kopuk ve solcu” oldukları anlamına gelirdi. Bizdeki “bunlar yarım bile değil, çeyrek porsiyon aydın” söylemiyle hayli benzeşen bir yaklaşım...

“Sanatçı” ve aydınların iktidarlarla ilişkileri yüzlerce yıldır sorunlu oldu. Sokrates’in ölüm cezasına çarptırılmasından günümüze dek, tüm dünyada binlerce aydın aşağılandı, itibarları ayaklar altına alındı, yargılandı, öldürüldü. Sokrates’in dönemin muktedirlerine teslim olmayarak baldıran otu zehrini içip ölmesi de başkaldırı anlamına geliyordu aslında. Tıpkı Edward Said’in 2000 yılında Güney Lübnan ile İsrail arasındaki Babel Fatma sınır kapısında İntifada’ya katılan çocuklarla birlikte taş atması gibi. Doğru bildiğini ifade edebilme, iktidarlarla arasına mesafe koyma, din ve milliyetçilik gibi konularda egemen zihniyetten bağımsız hareket edebilme konularında tabii herkesin Sokrates ve Said gibi dirayetli olmasını beklemek çok lüks sayılabilir. Sözgelimi sosyolojinin en önemli isimlerinden Tocqueville’in, Amerika’nın Kızılderili politikasını şiddetle eleştirirken, Fransa’nın Cezayir politikası konusunda aynı tutarlılığı göstermediği bilinir. Ya da besteci Carl Orff, faşizme hizmet ettiği iddiasıyla, bu konularda sıklıkla uç örnek olarak verilir.

Güncel konumuz bağlamına dönersek, tiyatro sanatçısı Füsun Demirel yaşadığı sıkıntıları: “Üçüncü yılım ve sadece işimi istiyorum... Çalışmak... Herkes gibi... Hiç mi yürekli bir yapımcı yönetmen kalmadı? Neyim ben? Hizmetten başka, insanlıktan sevgiden başka ne örnekledim ki bu hayatta? Artık dayanamıyorum. Yüreğim daha fazlasına dayanmıyor. Bilin istedim. Sadece bir işi bile çok gördüler. Ben iyi değilim...” cümleleriyle ifade etmişti. Ertesi gün adaşı, Barış İçin Akademisyenler’den Prof. Dr. Füsun Çataltaş Üstel katıldığı duruşmada “hüküm ertelemeyi” reddettiği için 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Türkiye’nin önemli siyasetbilimcilerinden Üstel’in “Makbul Vatandaş”ın Peşinde: II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi” kitabında şöyle bir bölüm vardır: “Siyasal sınıf tarafından inşa edilmek istenen medeni yurttaş profilinin “yurttaş” cephesiyle ilgili temel özelliği, “makbul yurttaş”ın “sivil” değil, ama “militan” olmasıdır. Söz konusu militan yurttaş profili, üç temel eksen üzerinde inşa edilir: Yurtseverlik- hak ve vazife sistematiği - tehdit/ tehlike algısı.” İşte Sokrates’ten, Said’e, Füsun Demirel ve Füsun Üstel’e uzanan geniş yelpazede aydınlar bu “militanlığı” kabul etmedikleri için, direndikleri için hep sorunlar yaşadılar, yaşıyorlar.

Hatırlayalım Meletos, Sokrates’i nasıl suçlamıştı: “Yeraltında, gökyüzünde olup bitenleri araştırıyor, açıkça, eğriyi doğru diye gösteriyor, başkalarına da kendisi gibi olmalarını öğretiyor.” Oysa Devlet aygıtı ile iktidarlar hep en iyisini bizim adımıza bilir, tüm dünyada ve özellikle de bu topraklarda. Devlet-i Âliyye geleneğine uymayan, hâkim zihniyetin tarafında olmayanlar, bugün zor şartlar altında ayakta kalmaya çalışıyorlar. Üstel’in ifadesiyle “makbul vatandaş” ya da tornadan çıkmış insan yaratma ve distopik bir kara ülke hayali kuranlara karşı dik duran sanatçı ve aydınları tarih elbette anacaktır. Bugün Sokrates’ten saygıyla bahsediyoruz, onu yargılayanların isimlerini bilen, hatırlayan var mı?

Edward Said’in “Entelektüel, Sürgün, Marjinal, Yabancı” kitabında altını çizdiği gibi “Bugünün dünyasında otoriteye sorgusuz sualsiz boyun eğmek, aktif ve ahlâklı bir entelektüel hayatın karşısındaki en büyük tehditlerden biridir.” Şüphesiz vicdan bu noktada önemli kavram olarak ön plana çıkıyor. Tıpkı İbrahim Tatlıses’in sanatçıların cepheye gittiğinde söylediği “Yaylalar, Yaylalar” türküsünün o hiç de dile getirilmeyen bölümünde ifade edildiği gibi: “Vicdanın danış da gel / Dilo dilo yaylalar”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKM mi AVM mi? 24 Mart 2018

Günün Köşe Yazıları