Suriyeli krizi ve soğukkanlılık

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Türkiye’de her açıdan laçka bir rejimin en mahir olduğu mevzu, suyu bulandırıp balık avlamak. Son vakamız Suriyelilere vatandaşlık. Komşu ülkenin evini başına yıkan politikaların baş müsebbibleri, dış politikada şantaj aracı yaptıkları sığınmacıları iç siyasette de başta demografik değişim ve iskân yoluyla seçmen yaratma ve başkanlık emelli ajandaları için kullanışlı kılma derdindeler.

***

Suriye savaşının taşıdığı 3 milyona yakın sığınmacı üzerinden ‘vatandaşlık’ söyleminin tartışma yaratmaması imkânsız. Kitlesel göç dünyanın hiçbir yerinde hayra alamet değildir. Hiçbir ülke “yolgeçen hanı” mantığıyla hareket edemez. Oysa bizdeki süreç 2011 yazında başlatılan “açık sınır” politikası ile bir yandan savaşı körükleyecek askeri kamplarla, diğer yandan sivil kamp promosyonlarıyla yürütüldü. BM ve uluslararası kuruluşlar mümkün olduğunca az müdahil edildi. Sonucu denetimsiz ve devasa bir “gri alan” oldu. Üniversitelerin saha araştırmaları bile izne tabi kılındı. İnsani politikalar siyasal İslamın aracı yapıldı.

***

Şimdi iflas etmiş bu politika Türkiye nüfusu için bile hazmı kolay olmayan bir insani tablo yarattı. Zaten adil olmayan paylaşım düzeninde, hele de ülkenin fay hatlarını kaşımayı iktidarda kalma aracı kılanlar varken, kaygılar doğaldır. Ama unutmamalı ki, Suriyeli mağdur sığınmacılara her türlü haksızlığın reva görüldüğü bir zemindeyiz. Bir yanda sanayilerde sosyal güvenlikten yoksun yarı fiyatına çalışanları var; diğer yanda sınır illerinde Türkler üzerinden işletme kiralayıp zenginleşenleri. Bu “adaleti tutturmanın” zor olduğu bir mevzu.
Lakin, “İstemiyoruz, gitsinler” diyerek olmaz. Türkiye’de kimilerinin dile getirdiği üzere “Hayat Suriyelilerin önemli bir kısmına güzel” değil. Olsa olsa “AKP’nin cihatçılarına güzel” olabilir.
Doğal afetler değilse, insani krizler siyasi tasarrufların ürünüdür. Salt göz yaşartan hümanizmayla çözülemez, yahut her kaygı belirtene “sen ırkçısın” denilerek “tersine ırkçılık” yaratma tehlikesi yüklü “ahlaki üstünlük” saçan hışımla da...

***

Bu topraklar ilk kez kitlesel sığınmacı krizi yaşamıyor. Yakın tarihte 1989’da 500 bine yakın Bulgaristan Türkü’nü anımsayın. Yahut 1991 Iraklı Kürtlerin akınını. Bu akınlarda yabancı düşmanlığı büyük ölçüde vakalarla sınırlı kaldı, bu topraklardan “ağır, saldırgan ve süreklilik arz eden” ırkçılık çıkmadı. Siyasal İslamcı iktidar sayesinde artık daha tehlikeli bir hattayız. Zira böyle durumlarda zaten işleyen “negatif milliyetçilik”, “ötekileştirme” için daha uygun zemin yarattılar. İşte bu yüzden krize sorunları hasıraltı etmeden soğukkanlı yaklaşmalı:
• Suriye siyaseti tümden değişmeli. Savaş körüklenmekten vazgeçilmeli.
• Türkiye yasal çerçevesini derhal AB ile uyumlu kılmalı, güvenlik şartlarını karşılayanlara mültecilik statüsü tanımalı.
• AB’ye karşı şantaj veya kaliteli mülteci kapma yarışına son verilip ortak çözümler üretilmeli.
• AB fonları çarçur edilmemeli. Modernliğiyle pazarlanan kamplar savaş sonrası dönüş beklenirken işlevsel kılınmalı. Mülteciler kültürel dokularına uygun yerlere yerleştirilmeli.
• UNICEF verilerine göre 1.5 milyonu bulan ve salt 325 bini eğitim sistemine alınmış çocuklara özel program geliştirilmeli. Cihatçı ağları ve yobaz eğitime geçit verilmemeli.
• Doğum kontrolü ve kadın sağlığına özel önem verilmeli.
• Savaş sonrası kalmak isteyen ve şartları yerine getirenlere vatandaşlık tanınmalı.
Elbette adil çözüm zor, “Yeni Türkiye”nin yaratıcılarıyla da işimiz kolay değil. Ama en başta soğukkanlı tartışmaya ihtiyacımız var.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları