Yol Ayrımı

21 Ocak 2015 Çarşamba

Der misiniz ki, evrende dünyadan başka pek çok gezegenin bulunduğunu söylediği için 1600 yılında Katolik Kilisesi’nin engizisyon mahkemesinde yargılanıp “sapkın” ilan edilerek diri diri yakılan İtalyan filozof, rahip ve gökbilimci Giordano Bruno hakkında “Ama o da papazları incitmiş, tabii yakılması doğru değildi”
Der misiniz, “Enel Hak” sözleri yüzünden derisi yüzülerek öldürülmüş Hallacı Mansur için, “Aman, ne kadar da lüzumsuz iş yapmış”
Der misiniz, dine eleştirileri yüzünden 1990’da evinin önünde suikastla öldürülen eski bir müftü, yazar ve düşünür olan Turan Dursun için, “Keşke ‘Din Bu’ serisinin 10’uncu kitabını yazmasaydı, zaten ‘yumruğu’ da hak etti”
Eğer dünyanın 21. yüzyılda gündemini belirleyecek olan Charlie Hebdo katliamı ve peşi sıra yaşanan tartışmaların Türkiye’ye taşınmasına itiraz ediyorsanız, yukarıdaki sorulara da “Derim…” yanıtını vermeniz gerekir. Aksi halde tutarlı olmazsınız. Sorun şu ki, onlar olmasaydı, siz de böyle olamazdınız. Onlar “dokunmasalardı” dünyanın güneşin etrafında döndüğünü bilemezdik, tıp bilimi binlerce mikroba çare bulamazdı. Onlar yakılma korkusuyla sussalardı muskalarımızla apandisitten ölürdük. Onlar olmasaydı bilim, düşünce, din, vicdan ve ifade özgürlüğü olamazdı. Onlar olmasaydı, sekülarizm olmazdı. Ve sekülarizm olmasaydı, dünyanın her yeri dogmatik ve totaliter şiddete teslim olurdu.
Dünyada bir yol ayrımı beliriyor. Batı sömürgeciliğinin beslediği toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin yabana atılmayacak katkılarını bahane ederek, “İslam dini” adına bir “medeniyet isyanı” tetiklenmeye çalışılıyor. Bugün bu bayrağı tuttuğunu iddia eden cihatçı selefi IŞİD aklı ise kendisi gibi olmayan herkesi yok etmeye dayalı totaliter ve şiddet ideolojisiyle sadece Ortadoğu’yu değil, Batı’nın göçlerle kendi içine taşıdığı Müslümanları da etkileme potansiyeli barındırıyor. Evrensel değerleri savunduğu iddiasındaki Batılılar için önemli bir sınav vakti. Ya bu şiddet ideolojisiyle salt askeri bir kavgaya tutaşacaklar ve sonu belirsiz bir kâbusla yaşayacağız yahut da asıl bu ideolojiyi besleyen zihniyetin bileğinin bükülmesi fikri ağır basacak.
İslam âlemi de bunlardan azade değil. Sorun şu ki şimdilik bir terör saldırısını “ama”larla, “ifade özgürlüğünü kontrol dışı bırakırsanız işte bunlar olur” diyerek son tahlilde meşrulaştıran bir akılla ve yaşananların “Müslümanları itibarsızlaştırmak isteyen komplocuların işi olduğu” savlarıyla karşılamaya kalkışıyorlar. Böylece içinde şiddet barındırmayacak şekilde düşünce ve ifade özgürlüğünü kullananlara karşı sıradan insanları tahrik etmek hakkını kendilerinde görebiliyorlar. (İroniktir ki, Katolik Papa’nın kendi peygamberinin “Bana tokat atana öteki yanağımı dönerim” sözünü unutup din adına yapılan bir katliam karşısında “Anama sövene yumruk atarım” diyerek alenen şiddete teşvik etmesi gibi…) İşte rövanşist ve intikamcı bu zihniyetle en başta gerçek Müslümanlar mücadele etmeli.
Dolayısıyla Cumhuriyet gazetesinin isabetli bir biçimde dünyaya daha da damgasını vuracağı aşikâr bu tartışmaları Türkiye’ye taşıması için sebebi çok. Selefi cihadizmin sarstığı dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sekülarizm ağır saldırı altında. Zira bu kör şiddetten bir yandan ürkerken, diğer yandan içten içe Batı’ya karşı intikamcı bir hissiyatla buna olabildiğince alan açan bir siyasal İslam zihniyeti -aksi görüşleri tenzih ederim-hüküm sürmekte. Bu zihniyet Türkiye halkına geçmişteki “laiklik” uygulamasının tartışmalı yanlarını bahane ederek mütemadiyen sekülarizmin “dinsizlik” olduğu yalanını belletmeye çalışıyor, sekülarizmin bireylerin hem din hem vicdan hem de ifade özgürlüğünün tek garantisi olduğu gerçeğini değil. Sekülarizmin az yahut çok inançlıların, farklı inançlıların yahut hiç inanmayanların birarada yaşayabilmesinin tek garantisi olduğu gerçeğini de...
Herhangi bir dinin peygamberinin tasvir edilip edilmeyeceği dini bir meseledir. Kutsallıklar bağlamında tartışılır. Farklı görüşler ortaya konulur. İnananlar bundan sakınır, ama kendileri gibi olmayanlara bunu dayatamaz. İçinde saldırı, hakaret, cinayet ve şiddete teşvik barındırmayan herhangi bir yazı yahut çizimin yayımlanması meselesi, bal gibi düşünce ve ifade özgürlüğünün alanına girer. Hukuk sistemi seküler esaslara dayalı bir ülkede aksi düşünülemez. Her toplumsal ve siyasal vakayı kutsal olanın alanına “çekmekle”, dinin yahut kutsalın alanında “karşılamakla” mükellef değiliz. Şeriat yasalarına göre değil demokratik hukuk devleti içinde yaşıyorsak eğer, içinde saldırı, hakaret, cinayet veya şiddete teşvik barındırmayan içerikte herhangi bir yazı yahut çizim de bir ceza davasının konusu olamaz. Söz konusu derginin çok daha önceden yayımlamış olduğu ve hakaret olarak algılanabilecek çizimleri yahut yazıları onları basmış olanları bağlar, basmayanları bağlamaz. Konu Cumhuriyet’in yayımladıklarının TÜMÜNÜN içeriklerinin saldırı, hakaret, cinayet ve şiddete teşvik barındırıp barındırmadığıdır.
Her türlü eleştiri, kınama yapılabilir, ayıplanabilir. Hiç kimse aynı görüşte olmak zorunda değil. Ama Türkiye’de sokakta yürüyen sıradan bir insan değil, bu memleketi yöneten, farklı inanç ve toplumsal kesimler karşısında tarafsız konumda olması gereken, insanları etkileme gücüne sahip olan siyasi heyet meseleyi manipüle edip geniş kitleleri şiddete, cinayete, lince teşvik ediyorsa,
o zaman herkes tehlike altındadır. Bugün değilse, yarın. Bu kadar basit.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları