Hâlâ sevmek zamanı mı?

22 Mart 2024 Cuma

Metin Erksan’ın 1966 tarihli “Sevmek Zamanı” filmini başta sinefiller olmak üzere birçok okuyucumuz hatırlayacaktır.

Bilmeyenler için kısa bir özet geçeyim.

Halil, bir gün boya yapmak için gittiği evin duvarında asılı olan Meral'in resmine aşık olur. Resmi görmek için sık sık evi ziyaret etmeye başlar.

Bu ziyaretlerden birinde resimdeki kadın olan Meral de eve gelir. Halil’in suretine aşık olmasından çok etkilenir. Halil’e ilgi duymaya başlar. Ancak Halil Meral’e değil suretine aşık olmuştur…

"Resminle benim arama girme" der.

Erksan’ın, sosyoekonomik vurguları yoğun ve göstergelerle bezeli anlatımı içinde ilahi aşk, aşka aşık olmak ve tasavvuf kavramlarına atıf yaptığı film sinemamızın art-house kategorisindeki hem ilk örneklerindendir hem de başyapıtlarındandır.

Film ayrıca bilmeyerek de olsa günümüzün sosyal medya temelli görsel algı eşiklerine de muazzam bir gönderme yapar. Ancak günümüze gelmeden önce "Sevmek Zamanı"nın yaklaşık 10 yıl sonrasındaki bir anlatıya gidelim.

Kendisi bu tanımı sevmese de arabesk müziğin babası olarak bilinen ve bugünlerde siyasi tercihleri nedeniyle bir hayli eleştirilen bir isim: Orhan Gencebay.

Onun beyazperdedeki kariyeri göz ardı edilse de Türk sinemasının toplumsal ve duygulara yönelik yaklaşımları adına epey veri içerir.

Bunun nedeni Gencebay’ın o dönemdeki imajına uygun olarak yarı gişe odaklı, yarı toplumsal gerçekçi bir anlatı istemesinden mi kaynaklı yoksa sık sık beraber çalıştığı usta yönetmenler Osman Seden ve Şerif Gören’in “jön”leri için biçtikleri rol müdür, bilmiyorum.

Ancak tek tek filmleri incelememiz pek mümkün olmasa da sinemada, aşkın ve aşka yönelik toplumsal hiyerarşik katmanlardan oluşan engellerin Gencebay filmlerinde bol bol işlendiğini görürüz.

Genelde filmlerinde de kullandığı ismiyle “Orhan” aşık olduğu bir kadınla ilgili olanaksız durumun içinde resmedilir.

Kimi zaman toplumun kötü gözle baktığı bir kadın, bazen zengin bir işadamının şımarık kızı, bazen ise “kardeşim” dediği can arkadaşının kardeşi Orhan’ın imkânsız aşk radarındadır.

Tamamen duygularla ilgili olan saf aşkın öğrenilmiş ve kanıksanmış toplumsal bariyerlerle engellendiği anlarda ise Orhan yerini Gencebay’a bırakır, jön çıkar bestekâr girer sazı eline alır.

Gencebay müziğinde büyük yeri olan tasavvufi göndermeler ve sözlerdeki tasavvuftaki aşktan anlam bulan duygu durumu filmlerde de karşımıza çıkar.

Türk sinemasında var olan bu olanaksız aşk hali 2000'lerde başka bir sanatsal ifade biçimi olan edebiyatta tekrar belirir. Orhan Pamuk’un 2008 tarihli “Masumiyet Müzesi”nde...

Ancak temel bir farktan da söz edebiliriz. “Masumiyet Müzesi”nde, biraz da Türkiye’de zamanın ruhuna uygun olarak aşkın olanaksız durumunu ortaya çıkan gelişmeler hem bir ölçüde birey kaynaklıdır hem de buna bağlı olarak ruhani boyuttan çıkıp bilinç boyutunda değerlendirilebilir.

Nitekim Masumiyet Müzesi’ni ortaya çıkaran “çilekeş aşık” karakteri geçmişteki örneklerle benzeşse de olanaksız aşkın somut veya maddi dünyada anlam bulmasını sağlayan ne bir resim ne bir şarkıdır. Onlarca objeden oluşan bir duygu bütünüdür.

"Peki bu anlatımın günümüzdeki yansımaları nasıl" diyecek olursanız ne yazık ki olumlu şeyler söylemek zor. Çünkü çilekeşliğin takıntıya, aşkın sahiplenmeye dönüştüğü çağlardayız.

En derin duygularda bile karşımıza çıkan maddeleşme ve “elde etme” isteği tüm bir nesli etkisi altına almışken aşkın içini boşaltmaz mı?


Belki de bu yüzden ekranda şiddet sıkça aşkın veya “tutku”nun bir parçası olarak resmediliyor. 


Ne de olsa "Sevmek Zamanı"nın aşık olunan o biricik resminin yerini Instagram'da sunulan, arzu nesnesi haline getirilmiş birbirine benzeyen yüzler aldı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaş ne diyor? 26 Nisan 2024
Gelecekten bir yazı 19 Nisan 2024
Mutluluk bize… 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları