Kayıtsızlık çağı

14 Mart 2024 Perşembe

Z kuşağının geçmiş kuşaklardan çok farklı olduğuna kuşku yok. Elbette her kuşak, bir öncekine göre yeniliklerle birlikte gelir.

Bu yenilikler geçmiş kuşaklar tarafından beğenilmez hor görülür ve aşağılanır ama zaman geçtikçe yaşamın gerçeği olagelir.

Bu kaçınılmaz döngü bir yere kadar kendi ritminde ilerlerken internet, sosyal medya, büyük verilerin ortaya çıkarılıp analiz edilebilir duruma getirilmesi ve bunlara bağlı iletişimdeki küreselleşme ile ritminin dışına çıkarak bir devrim boyutunu aldı.

Tüm bu takip edilemez değişim içine doğan kuşaklarla geçmiş kuşaklar arasında algısal bir uçurum olduğu bir gerçek.

Bu gerçeğin en somut ifadesi ise tek bir ruh halinde bulunuyor: Kayıtsızlık.

Geçmiş kuşaklar için bir hakaret niteliğinde olan kayıtsızlık Z kuşağı için kaygı ve anksiyeteler ile mücadele etme yöntemi.

Özellikle büyük düş kırıklıkları, kitlesel beklentilerin karşılanmaması ve “kötülük” olarak tanımlanan olguların varlığını sürdürmesi karşısında “Durmak yok, savaşmaya devam” düsturu günümüz gençleri arasında pek ilgi görmüyor.

Bunun yerine var olan kötü durumu karikatürize edip üzerinden mizah üreterek bireysel sağaltım yapmak çok daha çekici… Veya bireysel ilgi alanlarına yönelerek kitlesel dertleri unutmak.

Bu büyük fark için elbette gençleri suçlamak çok kolay. Öte yandan bu durumun psikolojik bir yaklaşımın ekonomik çıktısı olduğunu da bilmek gerek.

Vietnam’a gidelim. 70’li yıllar, ABD’nin en büyük mağlubiyeti olarak bilinen Vietnam savaşı sonrası cepheden dönen askerlerin yaşadıkları travmalar için uygulanan bilindik konuşma odaklı terapilerin pek işe yaramadığı gözlemlenir.

O yıllarda yeni ortaya çıkan ve II. Dünya Savaşı sonrası yerinden edilen, malzemelerini kaybeden sanatçıların ortaya koyduğu beden üzerinden ifade biçiminin psikolojideki yansıması olarak beden terapisi psikoloji alanında geçerlilik kazanır.

Bireyin kolektif hafızadan fazlasıyla etkilenebilen beyni ile konuşma mekanizması arasındaki bağlantısı dışında bir ifade biçimi olarak beden hafızası incelenir ve travma tedavileri buna göre geliştirilir.

Eşzamanlı olarak 68 kuşağı hareketi içinde kolektif uyanışın gerçekleşmeyeceği fikri 70’lere gelindiğinde ağırlık kazanır.

Dünyayı değiştirmek isteyen birey önce kendi benliğini toplumun prangalarından kurtarmalıdır. Bilişsel davranışçı terapinin psikoloji alanında ağırlık kazanmasının temelini de bu oluşturur.

Bu görüşe göre, "Bir birey olarak “sen” kendine özgüsündür ve toplumun seni koyduğu kalıplar, çizdiği sınırlar ve çerçeveler özgün 'sen'i baskılamak içindir."

Bu fikir psikolojinin genel prensiplerini geri döndürülemez biçimde değiştirirken bir II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan seri üretim bandında üretilen ürünlerin kitlesel tüketimiyle oluşan ekonomik döngüyü de dönüştürmeyi gerekli kılıyordu.

Çünkü artık birey, kendini özgün bir konuma koymuştu ve tükettiği ürünler tamamen kitlesel olamazdı. En azından belli bir "kategorilendirme" ölçüsüne kadar kendini özel hissettirmeliydi.

Günümüzün ticari, sosyoekonomik ve kitle iletişim dinamiklerini belirleyen sanayi 4.0 bu ilkeler üzerine şekillenmiştir. 60’larda başlayan, 70’lerde güçlenen psikolojideki yeni yaklaşımlar günümüz gençliğini kayıtsızlığa yönelten ana etkenler olarak ortaya çıkar.

Tıpkı kitlesel tüketim nesnelerinin özelleşmiş biçimlerde olmadığı sürece tüketilmek istenmemesi gibi kitlesel mücadele de günümüz kuşağı için çok bir anlam taşımıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaş ne diyor? 26 Nisan 2024
Gelecekten bir yazı 19 Nisan 2024
Mutluluk bize… 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları