Deniz Yıldırım

Boğaziçi dersleri

17 Temmuz 2021 Cumartesi

Boğaziçi Üniversitesi’nin demokratik bileşenleri aylardır yılmadan, her türlü baskıya göğüs gererek, ülkeye hâkim olan keyfi “yönetme tekniği”nin, “ben yaptım, oldu” anlayışının karşısında durdu. Bu kararlı duruş sonuç da üretti ve Melih Bulu, yine Erdoğan tarafından görevden alındı.

Kuşkusuz ki otoriter rejimler böylesine kararlı duruşlar karşısında taviz veriyor görünmekten çekinirler. Bu nedenle her şey bitmiş değil. Aksine, üniversiteye ve bilime saldırılar sürecektir. Elbette mücadele de. Kaldı ki ülkemizde demokratik, bilimsel ve kamusal bir üniversite talebi, baskı dönemlerinde genel demokratikleşme mücadelesinin önemli bir parçası olmuştur daima. Baskı rejimi kurmak isteyenlerin önce üniversiteleri, bilimi, gençliği denetim altına alma; bilim insanlarını da eleştirmez, susar, “ekmeğine, kadrosuna, makamına bakar” duruma getirme hevesleri de boşuna değildir. Dolayısıyla ne Boğaziçi Üniversitesi’ne dönük bu tutum Türkiye’nin genel görünümünden ve tarihinden yalıtıktı ne de Boğaziçi Üniversitesi’nde verilen mücadele, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinden bağımsız.

Buna karşın, her genelleştirme, olguları her yerde aynı düzeyde işliyormuş gibi gösterme riskini de beraberinde getirir. Bu noktada Boğaziçi mücadelesinin bu aşamada başarıya erişmesindeki “istisnai” olgulara da bakmak gerekir.

Toplumsal hareketler alanının önemli kuramcılarından Charles Tilly’nin hareketlerin başarısını açıklarken geliştirdiği bir formül var. Kısaca MBSB. Makul olma, Birlik, Sayı, Bağlılık. Ben, Tilly’nin formülünden de yararlanarak Boğaziçi mücadelesini bu önemli durakta ilk hedefine ulaştıran dört ayak saptadım. Sırasıyla bakalım.

İlki, İSTİKRAR/DEVAMLILIK’tır. Gündemi dakikalarla değişen, birkaç gün önce kamuoyunu meşgul eden konuların birkaç gün sonra unutuluverdiği bir ülkede, altı ayı aşan süre boyunca taleplerinden ve itirazlarından bir adım geri adım atmadan; ana hedeften ve dar programdan sapmadan; yağmura, çamura, kara, soğuğa ya da yakıcı sıcağa aldırmadan mücadele etti Boğaziçi bileşenleri. Öğrencisiyle, hocasıybirlikte. Bu istikrar, bu fikri takip; parlayıp sönen anlık muhalefet biçimleri karşısında da öğreticidir.

İkincisi, BİRLİK’tir. Boğaziçi Üniversitesi bileşenleri, iktidarın ve yandaşlarının Türkiye siyasetinde en önemli kurtarıcı olarak ele aldıkları din, milliyetçilik, güvenlik ya da kimlik meseleleri üzerinden mücadelelerinin bölünmesine, birliğin bozulmasına kararlılıkla karşı durdu. Bu dönemde hiç de kolay değildir. Bu noktada, ilk aşamada en geniş birliği sağlamanın yolunun, somut ve dar hedefler saptamaktan, hedeflerde dağılmamaktan, amaçta birlikten geçtiği de unutulmamalıdır.

‘KÜÇÜK KAYZER’ MODELİNDE AKSAMA

Üçüncüsü, TEBAALAŞMAYA DİRENÇ’tir. Tebaalaşmaya direnç, itiraz kültürünü canlı tutmakla mümkündür. İtiraz bilimin, üniversitenin zorunlu bileşenidir. Oysa üniversiteler bu “ben yaptım, oldu” düzenine uzun süredir sessiz kalmakta ve bu ölçüde de iktidar tarafından içleri boşaltılmaktadır. Hal böyleyken, Boğaziçi Üniversitesi’nin kıymetli hocaları, öğrencileri, bileşenleri, itirazsızlığa da bir itiraz üretmiş oldu. Bununla da kalmadı elbette. Daha önce akış serisinde, Heinrich Mann imzalı Tebaa (1914) adlı romandan söz etmiştim. Meraklısı, “Küçük Kayzerler” başlıklı yazımı bulacaktır. Mann, Tebaa’da II. Wilhelm’in inşa ettiği otoriter düzenin tepeden yayılarak diğer kurumlara nasıl aktarıldığını ve her kurumda, yaşam alanında Büyük Kayzer’i taklit eden küçük kayzerlerin ortaya çıktığını anlatmıştı. Kayzer düzeni gücünü, ürettiği iktidar modelinin toplumun her biriminde kopyalanmasından alıyordu. Boğaziçi direnişi, bu küçük kayzerleştirme mekanizmasına da teslim olmadı. İtiraz üretti, itaat değil. Koltuk, makam, kaynak, idarecilik oltalarını ellerinin tersiyle itti hocalar. Demek ki mümkünmüş.

Dördüncüsü, MEŞRUİYET ÇİZGİSİ’ni belirleyebilmektir. İktidar, elinden geldiğince itirazı “kriminalleştirme”ye çalıştı. Her zamanki gibi. Fakat bu “marjinalleştirme” çabası, kamuoyu algısını tersine çevirmeye yetmedi. Yapılan araştırmalar, üniversitelere dönük bu iktidar müdahalesine halkın da sıcak bakmadığını gösterdi. Üstüne üstlük, hocaların istikrarlı biçimde her gün Bulu’ya sırtlarını dönerek, barışçıl bir protestoyla atama yöntemini tanımadıklarını göstermeleri de bu meşruiyet çizgisinin Boğaziçi bileşenleri tarafından belirlenmesine yol açtı. Şahsi kararlarla, şahsi bağlantılarla yürüyen bir düzende, protesto eylemine katılanlara yenilerinin eklenmesi, bazen nöbeti başka hocaların devralması sayesinde bir “kolektif kişilik” de oluşmuş oldu. Şiddete başvurmayan, her türlü baskıya, yasağa karşın kararlılıkla “pasif direniş” sergileyenler, iktidarın oyununu da bozdu.

Şahsileşmiş, keyfileşmiş otoriter düzende; bilimi, demokratik üniversiteyi, adil seçimleri, kararların tüm bileşenlerle birlikte alınacağı bir yönetme modelini savunanlara, AKIŞA DİRENENLERE selam olsun.

Not: Edebiyat ve sinema aracılığıyla akışa direniş serisi bayramda sürecek.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları