Deniz Yıldırım

Keyfiliğin reddi

07 Ağustos 2021 Cumartesi

Öyle ya; Doppler’in kaçacak bir ormanı vardı. Bizimse ormanlarımız yanıyor. Kötü ve baskıcı yönetimler, hele bir de üstüne ekonomik talan programına sahiplerse, bıktıran akıştan “yabana, kıra, köye, ormana kaçış”, daha genel başlıkla “huzura kaçış” mümkün olmuyor. Kötü yönetim, baskıcı pratik ya da talana dayalı program, gelip kapınıza dayanıyor.

Bir yandan da otoriter rejimlerde, “her şeyi siyasete bağlamayın”cılıktan, yani kısaca, “yapılan hataları eleştirmeyin, susun” dayatmasından geçilmiyor. Siyaset, ancak yönetenlerin izin verdiği ölçüde, izin verdiği övgü derecesinde oynanıyor. Dokunulur durumdaki korunaksız yurttaş içinse, nereye kaçarsa kaçsın, o siyaset kendisini buluyor.

Akış serisinde bu hafta “kaçış” temasına edebiyat ya da sinema aracılığıyla değil, sporla eğilelim istiyorum. Biliyorsunuz, Tokyo’da olimpiyat oyunları sürüyor. Birkaç gündür dünya gündemini meşgul eden bir kaçış hikâyesi var. Ona bakalım. Sonuçları, serimiz için de önemli görünüyor.

Krystsina Tsimanouskaya, Belaruslu genç, başarılı bir atlet. Tokyo’da yarışıyor. Aylarca 100 ve 200 metre yarışlarına hazırlanmış. Ancak antrenörleri tarafından adı, boşluk oluşan 4x400 bayrak yarışlarına yazdırılıyor. Kendisine danışılmadan, sorulmadan. Oluşan boşluğun sebebi de kendisi değil. Tsimanouskaya, önce antrenörlerine itiraz ediyor; ardından da bu keyfi tutumu sosyal medya hesabı üzerinden eleştiriyor, kamusallaştırıyor. İtirazın kamusallaştırılması. Baskı rejimleri için olacak iş değil.

Sonrası mı? Belarus televizyon kanallarında hedef göstermeler, vatan hainliği suçlamalarından tutun da psikolojik dengesinin bozuk olduğuna kadar varan iddialar yayılıyor. Sonunda odasına gelen antrenörleri, bir saat içinde eşyalarını toplamasını söyleyip Belarus’a geri gönderileceğini bildiriyorlar genç atlete. Tsimanouskaya itiraz etse de fark etmiyor; Tokyo Havalimanı’na götürülüyor. Bu sırada Belarus’tan gelen bir telefon dönüm noktası oluyor. Çok kısa süren görüşmede babaannesi, can güvenliğinin olmayacağını, dönmemesi gerektiğini iletiyor kendisine. Apar topar, bir yolunu bulup Japon polisine sığınıyor genç atlet. Şimdi Varşova’da. Polonya sığınma hakkı tanıdı.

Buraya kadar şaşırtıcı değil. Hatta Soğuk Savaş’ta kamplar arasında böyle kaçış hikâyelerine çok sık rastlanırdı. Sportif rekabet, politik (ideolojik ve jeopolitik) rekabetin uzantısıydı aynı zamanda. Fakat Tsimanouskaya’nın durumu, söyleşilerini okudukça hem farklı hem de tanıdık geldi bana. Örneğin Reuters ajansına verdiği söyleşide şöyle diyor: “Ben hep siyasete uzak durdum, hiçbir metni imzalamadım ya da protestoya katılmadım. Belarus hükümetine karşı hiçbir şey söylemedim.”

Bir başka mecrada da şöyle bir cümlesini okudum: “Bu meselenin siyasi bir skandala dönüşmesini hayretle izliyorum. Oysa konu sadece spordu.” Bir yandan da geri çağrılmasına yol açan emrin “yukarıdan” geldiğini söylüyor. Tek adam rejimlerinde “yukarı” belli.

SPOR VE SİYASET

Yaşadığı şoku anlamak mümkün. Siyasete hiç karışmamış. Siyaset ona niye karışıyor öyleyse? Sanıyorum şokun nedeni bu, şimdiye kadar apolitik kalmanın bir sığınak olacağına inanması ve karşılıklı olduğunu düşündüğü bu “dokunmama sözleşmesi”nin aniden bozulması. Öyle ki genç atlet, geçen yıl şaibeli seçimlerin ardından başlayan protestolara katılmamış, muhaliflere destek açıklaması da yapmamış. Tek istediğinin spora odaklanmak ve olimpiyatlara gitmek olduğunu ifade etmiş. Fakat mümkün olmadı.

Çünkü otoriter rejimlerde “ön eksiz” bir politika biçimi (olağan, demokratik diyelim) yok. Bir yandan depolitizasyon (siyasetten uzaklaştırma) var. Yani, kitleleri yönetimden, siyasetten, kendileriyle ilgili kamusal dertlerden uzaklaştırma tekniği. Bu, kimi zaman ideolojiyle, dini istismarla, medyayla oluyor; kimi zaman da korkutmayla, tehditle. İkinci aşamadaysa yani kitlelerin aşağıdan siyasete katılma, gündem belirleme olanaklarının kırıldığı yerde de rejimin over-politizasyon hamlesi başlıyor. Yani aşırı-siyasallaştırma. Otoriter rejimler her yere sızmak, özel ile kamusal ayrımlarını ortadan kaldırmak istiyor ya da olağan rejimlerde siyasal görülmeyecek her konuyu, her itirazı siyaset kapsamına sokuyor, siyasal bir tehdit olarak görüyor. İzlenen dizilere, gündelik hayata karışma, spordan siyaset çıkarma, siyasetle spora müdahale diyalektiği de böyle işliyor. Genç atletin sportif saydığı itirazından çıkan siyasi kriz, baskı rejimlerinde bu iki düzeyli politika biçiminin ne denli kırılgan olduğunun kanıtı değil mi bir yandan da?

İşte bu ortamda, siz siyasetten, akıştan, yabancılaştıran sömürü ilişkilerinden kaçsanız da otoriter rejimler, hiyerarşiyi veya keyfiliği sorgulamaya dönük en sınırlı itirazı bile örnek olmaması için derhal bastırılması gereken bir tehdit biçimine dönüştürüyor. Kırılgan oldukları için ve bunun görülmesini istemedikleri için. Bu son örnekte ise rejimin, sporla yaratmak istediği “siyasi başarı” hikâyesine meydan okunduğunu düşünmesi nedeniyle.

Sahi; ormanlarımız yanarken ihmalleri, iktidarın sorumluluğunu, “uçak niye yok” sorusunu gündeme getiren; aslında siyasetle pek de ilgili olmayan ana akımdaki birçok sanatçıya, oyuncuya, şarkıcıya dönük vatan haini ilan etmeye varan saldırılar, soruşturmalar, hedef göstermeler farklı bir akıldan mı besleniyor?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları