Deniz Yıldırım

Konu eğitim, konu okullar

11 Ağustos 2021 Çarşamba

Ağustosun başında, okulların açılmasına bir ay kala Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk istifa etti. Düzeltiyorum, affını istedi. Ne de olsa istifa, nihai belirleyiciliği istifa edene veriyor. Görevden af ise kararlara tek yetkili başkanı görünür kılıyor.

Çok ilginç değil mi? 18 milyonu aşkın öğrenciyle, milyonlarca veliyle birlikte, Milli Eğitim Bakanlığı aracılığıyla sunulan kamu hizmeti neredeyse ülkenin tamamını ilgilendiriyor. Yönetenler, kamu adına yönetiyor. Sözde elbette. Fakat okullar kapandığında değil, yaz ortasında; açılıp açılmayacağı konusu hâlâ askıda olan okulların başlangıç takvimine bir ay kala ilgili bakan çekiliyor ve kamuoyuna bunun nedenleri, zamanlaması, şekliyle ilgili olarak bilgi verilmiyor. Halk, devre dışı. Kapalı kutu sistem. “Ben yaptım, oldu” düzeni bu. Biz kim oluyoruz ki?

Oysa bilmek herkesin hakkı. Bakan Selçuk’u rahatsız eden nedir? Sonuçta bu rahatsızlık bireysel bir mesele değilse, bütün kamuyu, milyonları ilgilendiriyor. Üzeri örtülüyor, çözüme kavuşturulmuyorsa, aynı sorunların devam edeceği sonucu çıkıyor. Tek kişi merkezli sistem, başarıları kendine, başarısızlıkları da bakanlara yazan düzeneğiyle günah keçileri yaratmayı iyi biliyor. Bakan bunun yaklaştığını görüp mü istifa etmiştir mesela? Ve başarılı olma şansının kalmadığını mı itiraf etmiştir böylece?

Başka, somut sorular var: Okullar açılacak mı? Milyonlarca çocuk iyi eğitimden ve sosyalleşme olanaklarından yoksun. Zenginle yoksul ailelerin çocukları arasındaki eğitim makası da açıldıkça açılıyor. Tabletsiz geçen günlerde eğitim olanaklarını yitiren, interneti çekmeyen çocuklar bir yanda; ailelerinin geçimine katkı vermek için işçileşen öğrenciler diğer yanda. Eylüle bir ay kala biz bunların bir daha yaşanmaması için nelerin yapıldığını, yapılmakta olduğunu konuşmalıydık. Eylüle bir ay kala, iki aylık turizm geliri için vakaların bunca artmasının önünü açanları; milyonlarca çocuğun geleceğini, eğitimini geçen yıl olduğu gibi riske atanları konuşmalıydık.

Sadece planlamaya duyulan ihtiyacı mı gösteriyor bütün bunlar? Bir yandan da bu iktidarın ideolojik dayanaklarından birisi olan şirketçilik, piyasacılık güzellemelerinin çöküşü yok mu tüm bu yaşananlarda?

Her fırsatta “ülkeyi şirket gibi yönetmek”ten, iş dünyasındaki “başarıları”, modeli kamu yönetimine taşımaktan söz ettiler. Yeni sistemin bürokratik yavaşlığı gidereceğini, özel çıkarcı “başarı” modelini, kârlılık odaklı piyasacılığı kamuya transfer edeceklerini söylediler. Öyle mi oldu gerçekten? Şirket CEO’luğundan gelen Albayrak kendi isteğiyle bakanlıktan çekildi önce. Ardından, ticaret burjuvazisinin kabinedeki temsilcilerinden olan “girişimci” bakan görevden alındı. Sahi, niye alınmıştı görevden? Şimdi de özel okul patronluğu geçmişi olan Milli Eğitim Bakanı “affını istedi”. Özel hastane sahiplerinin, özel tur şirketi sahiplerinin siyasi “başarıları” da ortada elbette. Kamunun dokusu yurttaş odaklıdır, kamu yararı merkezlidir. Zorluyorsunuz ama doku uyuşmuyor işte. Kaç kere deneyip yanılacaksınız?

NEREDE BİZİM CASTİLLO’LARIMIZ?

İlginç bir dönemdeyiz. Milli Eğitim Bakanı istifa etmiş; öte yandaysa vaka sayıları yeniden tırmanışa geçmiş. Çocukların geleceği söz konusu. Yani ülkenin. Siyaset bu konuda yeterli sesi vermiyor. Peki, ya öğretmenler, sendikaları? Fakir Baykurt öğretmenin uyandırma görevinden söz ediyordu. Üç yıl önce yitirdiğimiz Mahmut Makal, “karanlığı zorlayanlar”ın kararlılığını anlatıyordu. Geçen hafta aramızdan ayrılan Feyzullah Ertuğrul, ülküleri olan bir öğretmen kuşağının örgütlü mücadelesine güç vermekten hiç geri durmuyordu. Şimdi eğitim sistemi tıkanmış, makas açılmış, öğrencilerin geleceği plansız ve kötü yönetimle, iktidarın ideolojik takıntılarıyla ipotek altına alınmış, ses yok. Önce öğretmen yetiştirme sistemi, sonra mücadele örgütleri, ardından da eğitim bitirildi. Kanıtıdır.

Bitirmek demişken yazıyı Peru ile bitirelim. Peru’da geçen günlerde devlet başkanlığına 51 yaşındaki öğretmen Pedro Castillo seçildi. Birkaç yıl önce toplumsal mücadelede sivrilmişti ama ilk devlet başkanlığı seçiminde ipi göğüsleyeceği söylense, “o iş zor” denecekti belki de. Ne değişti? Pandemi geldi. Okullar kapandı, uzaktan eğitim, eşitsizlikleri artırdı. Dağlık, kırsal bölgelerdeki çocuklar tabletsiz, internetsiz, eğitimsiz kaldı. Merkezi hükümet çözüm üretmedi. Öğretmenler kendi olanaklarıyla yoksul çocuklar için köy köy seferber oldu. İşte o öğretmenlerin sesini, dayanışmacı çözümlerini; o gelecekleri çalınan yoksul öğrencilerin, velilerin adalet umudunu bir siyasal programa çevirdi Castillo. Her alana yansıtma, neoliberal saldırıyı geriletme sözü vererek. Kamuculuk hedefiyle.

20 yıldır bizdeki iktidarın eğitim politikalarından milyonlar etkilendi, etkileniyor. Pandemi dönemi bunu katmerledi. Sahi, nerede bizim Castillo’larımız?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları