Türkiye Cumhuriyeti tarikat-mafya parantezine sığmaz!

22 Haziran 2021 Salı

Bir devlet kendi düşmanlarıyla işbirliği yapar mı?

Yaparsa devlet olma niteliği devam edebilir mi? 

***

Osmanlı-Türk siyasal tarihi, tarikatların devlete sızma, müritlerini yönetime sokma ve yükseltme konularında sayısız örneklerle doludur. 

Osmanlı döneminde tarikatlar arasındaki savaşların ve devlet aygıtına egemen olma mücadelelerinin yıkıcı etkileri siyasal tarihimizin ibret verici olayları arasındadır. 

Bu konuda yazılmış olan pek çok makaleden biri İlber Ortaylı’nın “Tarikatlar siyasete karıştığında...” başlıklı 20 Ağustos 2016 tarihinde sonradan FETÖ/PDY denilerek terör örgütü sayılan Gülen Cemaati üzerine yazdığı yazıdır. 

Ortaylı, bu yazıda önce Osmanlı dönemindeki tarikatları anlattıktan sonra şöyle devam ediyor:

“İDAREDE LİYAKAT VE HUKUKA RİAYET

Modern Türkiye tarihinde en önemli cemaat Said-i Nursi’nin taraftarlarıdır.

Bunun içinden de bölünmelerle ortaya çıkan Fethullah Gülen hareketidir. Dünyada ve yurtta eğitime önem verdikleri görülüyor. Bu eğitim sadece okulla sınırlı değildir, 24 saati içerdiği anlaşılıyor.

Hayatın bir bütünü içinde şekillendirdikleri genç insanları bürokrasiye ve orduya sızdırmanın yolunu bulmuşlardır. Seçkin eğitim kurumlarına girmek, mezun olmak ve yükselmek için eğitim sırasında kopya, eğitimden sonra da sicil tahrifiyle her yol denenmiş gözüküyor. 

Maalesef toplumumuzda kolay yükselmeyi hedefleyen geniş kitlenin talebine cevap verecek bir uzun süreli operasyon söz konusudur.

Bu gibi gayri meşru gelişmeleri önleyecek tek şey, toplumun zihniyet değişikliği, idarede liyakat ve hukuka riayet ve hukuk sisteminden şaşmamaktır.

...

Yaklaşık 40 gün evvel yaşadığımız facia bu alandaki lagarlığımızın gereksiz ve sınırsız toleransın sonucudur. 

...

Ne var ki düzenin geri getirilmesinde hiç ayrılmaması gereken yol da hukuk ve meşru usullerdir.”

***

Gülen Cemaati bir terör örgütü olarak ilan edildikten sonra, başka tarikat ve cemaatlerin devlet içine büyük ölçüde sızdıkları Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın yazdıkları METASTAZ ve CENDERE kitaplarında açıkça ortaya konulmuştur.

Bu bağlamda bazı tarikatların bazı bakanlıkları parselledikleri, özellikle de Sağlık, Milli Eğitim ve Adalet bakanlıklarında etkili oldukları artık “herkesin bildiği sırlar”dır.

Günümüzde tarikat ve cemaatlerin “vakıf” yapısı biçiminde örgütlendikleri, bu yapı içinde devletle, özellikle de Milli Eğitim Bakanlığı’yla protokoller imzaladıkları, devletin bazı işlevlerine ortak oldukları ve maddi yardımlar sağladıkları da göze çarpan son marifetleri arasındadır.

***

Polis dilinle “örgütlü suç” denilen, halkın “mafya” dediği suç örgütlerinin devlete sızması, Türkiye’nin siyasal tarihinde tarikatlar ve cemaatler gibi “yerli ve milli” bir olay değildi.

Mafya’nın devlete sızması ve örneğin ABD’de görüldüğü gibi sendikaları ele geçirmesi Türkiye’de yaşanmamıştı.

Türkiye’de yasadışı operasyonlar “Derin Devlet” denilen ve bir tür Antikomünist NATO örgütlenmesi olan “Gladio” benzeri birimler tarafından gerçekleştirilmişti. 

Mafya’nın Türkiye’de devlete sızışı, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini izleyen günlerde yapılan 20 Temmuz 2016 Sivil Darbe sonrasında “Şahsım Devleti”nin hukuktan ayrılışının bir sonucu olarak göze çarpmaktadır.

Peker’in iddiaları ve özellikle SBK’nin Avusturya’da tutuklanması bu konudaki vahim durumu açığa vurmuştur.

***

Sevgili okurlarım, Türkiye Cumhuriyeti ciddi ve çağdaş bir devlet olarak kurulmuş ve gelişmiştir.

Şimdi onu “tarikat-mafya parantezine hapsolmuş” bir “Şahsım Devleti”ne dönüştürmek olanaklı olmayacaktır!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları