Doğan Öz Hukuk Fakültesi

25 Mart 2023 Cumartesi

John Berger, çok sevdiğim romanı “Düğüne”de, “Sonsuzluktan önce ne yapacağız?” sorusuna yanıt ararken, “Hiç kuşkusuz acele etmeyeceğiz!” diyerek asil bir başlangıç yapar. Nasılsa öleceğini bilmek ve ölümle inatlaşmamak… doğaya karşı koymamak… Bütün bunlar Britanya’daki sıralı ölüm düşüncesi için olgun ve bilgelik örülü satırlar. Oysa bizim ülkemizde ölüm her yerden çıkıp gelebilir. Bunca yıldır siyasi cinayet ve katliam sarmalından kurtulamadık bir türlü. Biraz dik duranların ve hakikatin savunuculuğunu üstlenenlerin ise burunlarından getirmeyi meziyet saydık. Ülkemizde öldürülen ilk savcımız Doğan Öz’ü toprağa vereli tam kırk beş yıl olmuş. Dile kolay. Tam kırk beş yıl. 

*

Doğan Öz sıradan bir güne uyanmayacağını iyi biliyordu. Mikis Theodorakis, Yunan cunta dönemini anlattığı kitabında, “tehditler artıyor!” diyerek bir bölüm koyar. Doğan Öz için de aynı şekilde tehditler artıyor, bu yüzden arabasını her gün ayrı yere park ediyordu. O gün de Kızılırmak Sokak’a bırakmıştı beyaz Anadolu'nu. Kontağı yeni çevirmişti ki uzun boylu bir genç gözünü kırpmadan arka arkaya üç el ateş etti. Yetmedi, ölümünden emin olmak için yaklaşıp ateş etmeye devam etti. Elini kolunu sallayarak kaçtı olay mahallinden. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Can, cinayetin, “Organize edilmiş güçler tarafından önceden planlandığını” söyledi. Haksız değildi. 

*

Doğan Öz, ölümünden hemen önce devlet içinde derin bir yapılanma olduğunu belirten bir kontrgerilla raporu kaleme almış, dönemin başbakanı Ecevit’e iletmişti. Rapor, “hedef saptırılarak sıkıyönetimi çağırma, seçimle, olmazsa darbeyle iktidar olma, demokratik yaşama biçimini yok ederek halkı sömürmeyi tek seçenek durumuna getirme çalışmasıdır yapılan. Durum bütün açıklığı ve acılığıyla sunulur” diye bitiyordu. Sadece Doğan Öz değil, dönemin Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul da böyle bir yapılanmanın kanıtlarına ulaşmış, Bülent Ecevit’le görüşmüştü. Hatta eşi Ülker’e, “artık ölsem de gam yemem” demişti. Ne yazık ki Cevat Yurdakul’un kaderi de Doğan Öz’e benzedi. Üstelik o gün Bülent Ecevit’le ne konuştuğu bir sır olarak kaldı. Çalışma odasındaki belgelerine de karanlık odaklar tarafından el konuldu. 

*

Doğan Öz, yakın çevresinin uyarısını dikkate almayarak o “derin” yapıyı en ince ayrıntısıyla ortaya koymuştu. Bu rapor ciddiye alınsaydı ülke belki de 12 Eylül karanlığına gömülmeyecek, başka karanlık kapılar ardına kadar açılmayacaktı. Öz ailesi bu defa 12 Eylül’ün kan ve sidik kokulu zindanlarında işkencecilerin eline düşen oğulları için gözyaşı dökmeyecekti. 

*

Doğan Öz, cumhuriyet değerleri alt üst edilmiş bir ülkenin cesur ve gözü kara bir cumhuriyet savcısıydı. Kulluğa karşı yurttaşlık,yobazlığa karşı akıl,bilimle çağdaşlık mücadelesi verenlerin temsilcisiydi. Bu nedenle, yolsuzlukların, hırsızlıkların, arsızlıkların üstüne giden savcı aranıyor serzenişlerine bugün hala evinin duvarından siyah beyaz sepya bir fotoğraftan bakıyor. Birgün, adına hukuk fakültesi kurulursa, gerçekten demokrasiyle buluşacağımızı bilenlere kaygıyla göz kırpıyor. 

*

Kendimle ilgili bir şey anlatmayı pek beceremem. Sevmem de. Ama Doğan Öz deyince gözümün önünden geçenleri yazmam gerek. Doğan Öz’ün şiir kitabı “Biz Ölmeyiz” elime geçtiğinde lise son sınıftaydım. Babam şair doktor Behçet Aysan, Sivas katliamında yeni öldürülmüştü. Ertesi yıl girdiğim Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nde ise sadece çaylak bir öğrenci değil acı çaylağıydım da. Nurhan Karadağ’ın dersinde Lorca’nın Don Cristobita ile Dona Rosita’nın Acıklı Güldürüsü oyununun seçmesi yeni başlamıştı. Sivrisinek rolü için sahneye konuşmasına doğal vızıltıyı ekleyen üst sınıftan sarışın bir kız çıktı. Oyununu sergiledikten sonra mola verdik. Sahnenin kenarına oturdu. Ayakkabılarını çıkartırken, başını kaldırıp gülümseyerek, “Eren hoş geldin” dedi. O kız, Doğan Öz’ün kızı Bengi’ydi. Şiir kitabındaki fotoğrafta babasının kucağındaki sarışın kız çocuğu büyümüştü. Aynı hüznün bilirkişi halini yıllar sonra bu defa Gezi’de ölenlerin yakınlarıyla konuşurken yaşayacaktım. Bu defa o sarmal ve korkunç döngü Bengi’nin yerine beni koyacaktı. 

*

Geçtiğimiz yaz, Dikili’de Sezen Teyze’nin (Öz) evinin bahçesinde oturuyoruz. Upuzun bir kahvaltı masası. Sezen Teyze ve Bengi’nin yanında Cevat Yurdakul’un eşi Ülker Teyze ve oğlu Acar’la eşi, Metin Altıok’un kızı canım Zeynep de var. Boşlukta sallanır gibiyiz. Bu filmi Angelopaulos çeker miydi? Sanmam. Hiçbirimiz adalet sözcüğünün hâlâ ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Yıllardır kendi adımıza bir özür beklemiyoruz. Bu toplumdan özür dilesinler yeter!

Çünkü o çok sevdiğim türküde var; 

Har içinde biten gonca güle minnet eylemem

Arabiyi, Farisiyi bilmem, dile minnet eylemem

Sırati müzre müstakim gözetirim rahimi

Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çocuk işçiler... 27 Nisan 2024
Gezi notları 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları