Şiddet şiddeti doğurur!

16 Aralık 2023 Cumartesi

Agatha Christie’nin İstanbul seyahatinden etkilenerek yazdığı “Doğu Ekspresinde Cinayet” romanında, dedektif Hercule Poirot’nun hikâyesi karşımıza çıkar. Acilen yolculuğa çıkması gereken Poriot, güç bela ve yardımla Şark Ekspresine bilet bulur. Böylece yolculuk başlar. Bir süre sonra trenin şiddetli tipi nedeniyle yoluna devam edemeyeceği anlaşılır. Bu arada da bir cinayet işlenir. Tren yola yeniden çıkana kadar cinayetin çözülmesi gerekmektedir. Kimi yolcular, cinayetin izini yok etmek adına yaşlı dedektifin dikkatini başkaca yönlere çekmeye çalışsalar da başarılı olamazlar. Kurban on iki bıçak yarası ile öldürülmüştür. Cinayeti işleyen ise on iki kişidir. Katillerin birbirinin suçunu bilerek kurduğu ortaklık ise aslında toplumsal yaşamda büyük bir karşılık bulur: Suçun ustaca örtbas edilmeye çalışılmasındaki sessiz dayanışma! 

Geçtiğimiz günlerde bir futbol maçında çıkan olaylar sonucunda hakem Halil Umut Meler, ciddi şekilde yaralandı. Bugüne kadar sporda şiddetin tatsız yansımaları pek çok kere karşımıza çıktı. Peru’da 1964 yılında Peru-Arjantin milli maçında çıkan olaylarda üç yüzden fazla kişi hayatını kaybetti. 1971’de Glaskow Rangers- Celtic maçında altmış altı taraftar vefat etti. 1985’teki Heysel faciasında Juventus taraftarı otuz beş kişi aramızdan ayrıldı. 1989’da İngiltere’de Liverpool Nottingham Forest maçında ise çok sayıda ezilen oldu: Tamı tamına doksan altı ölü! Sporun dostluk müsabakası olduğu düşünülürse bu ve benzer manzaraların sonucunda yaşadığımız derin çaresizlik düşünmemiz gereken noktayı gösteriyor!

Ne yazık ki sadece bir futbol maçında şiddetle karşılaşmıyor; ülkemizde şiddetin her türlüsüyle yaşamaya çalışıyoruz. Hatta günlük yaşamımızda sürekli olarak tanık bırakılıyoruz: Kadına şiddet, çocuğa şiddet, hayvana şiddet, trafikte şiddet, işyerinde şiddet, okulda şiddet... Sadece başlıklar çoğalıyor ama tatsız örnekler günbegün artıyor. Şiddet olgusunun gerisinde ise gizli bir “intikam” duygusu hemen her şeyi sarıp sarmalıyor. Çünkü intikamın iddiası misillemedir ve her misilleme yeninin yolunu büyük bir coşkuyla açar. Hiçbir zaman intikamcının kendine ait bir “suç” düşüncesi yoktur. Muhakkak daha önce işlenmiş bir suçun ödeşmesi için kolları sıvar. Evde yemek mi yok? Bıçak! Trafikte biri mi itiraz etti? Yumruk! Çocuk mu ağladı? Dayak! Üstelik bu ilkel duygunun bir kısır döngü gibi kendini sürekli olarak yenilediğini görürüz! 

*

Ne yazık ki son dönemde toplumumuzda şiddetin unsurlarını sayarken başkaca bir utancın içine gömülüyoruz. Karşımıza daha yeni bir kavram çıkıyor: Ajitasyon. Asıl korkuncu saldırıyı yapanın kendisinde şiddet eylemini meşru görmesi! Bu bir anlamda, kendisine “tahrik olma”nın bahşedilmesi inancı! Ne yazık ki bu hak çok çeşitli bir yelpazede karşımıza çıkabiliyor: “Dini inançlarımıza saldırdı”dan “Ülkemizi bölmek istiyorlar”a kadar. Kaba kuvvetten silahlı öldürümlere kadar uzanan girişimlerin arkasındaki ağır bunalım bu noktada başlıyor: Kendinde her şeyi hak görmesi! 

*

Bu kadar karmaşık tablodaki asıl tehlike ise insanlığın günümüzde intikam duygusuna son vermek adına, tıpkı savaşların bitmesini sağlamak gibi, sürekli başarısızlıkla sınanması. Demem o ki insanlara yalnızca şiddetin ne kadar “rezil bir duygu” olduğunu anlatmak işe yaramıyor. Çünkü zaten bu “rezil duygu”yu yaşamak adına şiddete yöneliyorlar. Asıl tartışılması gereken adalet mekanizmasının yeterince tesis edilip edilmediğinin sorgulanması! Toplumsal adalet duygusu ortadan kalkar kalkmaz şiddet eylemleri çoğalıyor. 

*

Sanat geri plana itildiğinde ise şiddet planlı bir şekilde açığa çıkıyor. Her şeyden önce doğası gereği sanat, her ne olursa olsun “insan”dan yana tavır alır. Sophokles’ten beri sahneden, “Ben bu dünyaya kin değil, sevgi paylaşmaya geldim!” diye seslenilmesi tesadüf değildir. Süreç içinde alımlayıcısını da dönüştürür. Şiddete karşı mesafeli olma erdemine sahip olmayı öğretir. Her biri son derece beylik cümleler gibi görünebilir yazdıklarım. Sonuçlarını daha içeriden yaşayan bizler için sıradan örneklerdir her biri: Van Devlet Tiyatrosu’nun açtığı tiyatro kurslarında, on iki yaşındaki bir çocuğun, “Tiyatro sana ne verdi” sorusuna burnunu çeke çeke, “Artık kız kardeşimi dövmüyorum!” diye karşılık vermesi kazancın umulandan fazla olduğunu gösterir.

Agatha Christie’nin, “Doğu Ekspresinde Cinayet” romanında suçluluğu tescillenmiş bir adam öldürülür. İntikam için yanıp tutuşan on iki kişi çıkar karşımıza. Eyleme geçme noktasında hemen hepsi günahkâr bulduğu adama bir bıçak darbesi savurur. Agatha Christie, romanın sonunda vicdan tartımı üstünden bambaşka bir yol deniyor. Ancak bizim gibi her şeye rağmen hukuktan başka yol bilmeyenlerin vardığı tek bir kapı var: Adalet!

*

Ve sanatın şiddetin panzehri olduğu! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çocuk işçiler... 27 Nisan 2024
Gezi notları 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları