Eksilerin Yarattığı Artılar

21 Nisan 2014 Pazartesi

Her oluşum ya da düzen “ister olumlu, ister olumsuz olsun” kendi dışsallıklarını (ve egemenliğini) belirli bir süre de olsa sürdürür.
“Bir artı bir”in toplamı iki değil üç veya yarım olabilir. Prof. Brian Arthur’un klasik örneğindeki gibi: Avrupa’dan 18. yüzyılda yerleşmek amacı ile Kuzey Amerika’ya gemilerle giden bir grup insan planladıkları güzel koylar yerine 200-300 kilometre güneydeki berbat bataklık bölgelere istemeden savrulurlar.
Ama bu çalışkan insanlar yüz yıl içinde, bölgeyi mamur ve uygar hale sokarlar. Bu dışsallıkların “olumlu” bir örneğidir. Mekanizma tersine de çalışabilir; nispeten olumlu bir durumda ilerleyen bir toplumda (ülkede), olumsuz faktörler enjekte edilmeye başlanırsa bu olumsuz öğeler, kendi aralarında yarattıkları örtüşmelerle “egemenliklerini (dışsallıklarını)” üretirler.
Tabii ki “herkesin sübjektif olarak olumluluk kriteri değişir”. Ancak işin nesnel boyutunda “olumlu toplumsal gelişme anlayışı çağdaş uygar değerler ve demokrasi ile tanımlanır.”
Bu yönde yaratılan dışsallıklara “olumlu gelişme” diyebiliriz.

Türkiye ve bölgenin çelişkileri
Türkiye’nin içinde bulunduğu Ortadoğu, yalnız yerel ve bölgesel dinamikler yüzünden değil, küresel paylaşım kavgasının yarattığı olumsuzluklar dolayısıyla da antidemokratik ve çağdışı uygulamaları üretmektedir.
Aynen bir bataklığın mikropları, parazitleri üretmesi ve beslemesi gibi.
Türkiye de bugün bundan nasibini fazlasıyla almaktadır:
- Irak’ın bölünmesine Ankara katkıda bulunmak zorunda bırakıldı.
- Üretilen Arap Baharı’nda fatura Türkiye’ye ödetildi.
Mısır, Suriye, Tunus ve Libya ile olan siyasi ve iktisadi ilişkilerimiz altüst oldu. Suriye ile savaş noktasına geldik.
- Karadeniz (ve Ukrayna) yüzünden Rusya ile ilişkilerimiz gerginleşti.
- İran’la eski iyi ilişkilerimiz bozuldu.
- Avrupa’nın gözünde Türkiye, “daha öteki” konumuna sokuldu.

Demokrasi odaklı olmazsa
Türkiye’deki iç dinamikler “Yeni Türkiye” itelemesi ile “demokrasi odaklı gelişmeler yerine dini ve antidemokratik odaklı” hale sokuldu.
Fransa’da da din (Katoliklik) toplum hayatında önemlidir. Ancak hukuki, iktisadi, siyasi ve kültürel boyutları ile bireylerin (vatandaşların) yaşam tarzı bunun dışındadır.
Gelişmiş bir toplumda siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel (dini) faktörler bir arabanın dört tekerleği gibi birbirlerini tamamlarlar. Ama birbirleri üzerinde egemenlik kurmazlar. Din siyasetin bir aracı olmaz, çünkü demokrasi bunu gerektirir.
Türkiye bugün demokrasinin ölçütleri dışında ilerlemektedir. Bu yöndeki iç dinamikler “kendi öz egemenliklerini yaratmaya başladılar”. Yeni her uygulama ülkeyi demokrasiden uzaklaştırıyor.
Oysa Türkiye 20. yüzyılın başında gösterdiği büyük başarı ile İslam dünyası içinde, “demokrasi ve çağdaş uygarlık yönünde ilerleyen tek örnekti”.
Atatürk Türkiyesi’nin bu yönde kendi dışsallıklarını (egemenliğini) yaratmaya ve yaşatmaya bağladığını gördük. Uygar Avrupa kanunlarının getirilmesinden Köy Enstitülerine; kadın-erkek eşitliğinden sanata; sanayileşmeden Avrupa ile yakın ilişkilere kadar girdiğimiz olumlu süreç, küresel kamplaşmalar yüzünden yarım kaldı. Ülke, “Yeni Türkiye” adı ile Osmanlı’ya itildi.
Türkiye dahil bölgemiz, 1990 sonrasındaki çalkantılara ve yeni sınır değişikliklerine sonuna kadar açılmış bulunuyor. Ankara bu konuda, “dış olumsuzlukları fazlasıyla ithal etmeye çalışan bir görüntü içindedir”.
Ankara galiba buna da muhtaç ve mecbur durumda bulunuyor.
Belirsizlikler ve olağanüstü risklerle karşı karşıya gelmiş durumdayız.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları