Ayşedeniz’i dünya alkışlıyor

23 Ağustos 2023 Çarşamba

Piyanist ve besteci Ayşedeniz Gökçin, geçen hafta “Hollywood Bağımsız Müzik” (HIMA) platformundaki klasik müzik dalında verilen ödülün bu yılki sahibi oldu. Bu platform yeni yetişen ya da tanınmış sanatçıları aynı çatı altında topluyor. Dünyanın her yerindeki sıra dışı katkılarıyla tanınan müzik emekçilerini olağandışı yaratılarıyla tanıtıyor. HIMA ödülleri, belli bir kayıt şirketine bağlı olmayan ve değeri biçilemeyen kaynaklar sunuyor: Amaç bilegeldiğimiz geleneksel seslere klasik yaklaşım içinde yenilik getirmek! Örneğin çok iyi tanıdığımız bir Ayışığı Sonatı ile başlayan ezgi, piyanonun tuşlarında birden kocaman bir caz orkestrasına dönüşüyor. Ayşedeniz uzun süredir bu tür çalışmalarıyla son derece popüler olmuştu. İcralarının her birisi doğaçlama gibi sanılsa da notaya alınmış birer “opus”.

Ben Ayşedeniz’i ilk tanıdığımda henüz 12-13 yaşlarındaydı. Annesi hamileliğinin son aylarında ona müzik dinleterek müziği tanıyan bir kulakla dünyaya gelmesini sağlamıştı. Sonra küçük yaşta yurtiçinde ve dışında ünlü müzik pedagoglarıyla çalıştı. Piyanosunun tuşlarındaki ince-uzun parmakları ve çaldığı besteciyle özleşmesi, bir de (bugün bile) nokta virgül koymadan heyecan içindeki konuşması kendine özgüydü. 1988’de Ankara’da doğmuştu. Evdeki piyano oyuncaklarından biri gibi olmuştu. Müzik eğitimine beş buçuk yaşında Elif ve Bedii Aran ile başlamış, yedi yaşında Kabalevsky’nin Rapsodisi’ni ikinci piyano eşliğinde çalmıştı. 11 yaşında Bach’ın 5. Klavye Konçertosu’nu H.Ü. Gordion Oda Orkestrası eşliğinde çaldı. Bilkent’teki müzik okulunda Namık Sultanov ile çalışırken 1999 Kiev “III. Horowitz Uluslararası Genç Piyanistler” yarışmasının 9-14 yaş grubunda diploma ödülü aldı. 2000-2001 yıllarında çağımızın büyük Bach uzmanı Rosalyn Tureck (1913-2003) ile İspanya’da özel olarak çalıştı. Ben onu tanıdığımda Sultanov’dan piyano, İlhan Baran’dan teori ve kompozisyon dersleri alıyordu. Ayşedeniz ve ailesiyle birlikte Marbella’ya gidip Tureck gibi 88 yaşındaki tarihi bir piyanistle onun yaptığı dersi izlemiştim. Tureck ile o günlerde bir de tarihi söyleşi yapmıştık. Tureck bir J. S .Bach uzmanıydı. Bach’ı ağırca bir tempoda, pedalsız ve legato (bağlı) çalıyordu. Dünyanın en büyük konser salonlarında en önemli konser dizilerinde, tarihi şeflerin yönettiği konserlerde çalmıştı. Oxford Üniversitesi’ndeki konferansları büyük ilgi odağı olmuştu. Sonunda yumuşak iklimli Marbella’ya yerleşmiş, anılarını yazmaktaydı.

HARİKA ÇOCUK...

O gün bana üstün yetenekli çocukları anlatmıştı:

“Harika çocuk olmak son derece tehlikeli bir şey. Ben de harika çocuk olarak başladım. Dokuz yaşımda ilk konserimi verdim. Çocuğu doğal yaşamından alıkoymamalı. Ama ne yazık ki ebeveynler ve öğretmenler tarafından bu çocuklar zorla sahneye itiliyor. Bir an önce tanınmaları için değersiz ama gösterişli parçalar çalışıyorlar. Bitkiyi gereğinden fazla sularsanız solar. Bu çocuklara öyle yükleniyorlar ki doğal yaşamlarını sürdüremez oluyorlar. Eğer çocuk kendisi de bu tutkuyu paylaşıyorsa yaşamı zenginleşecektir. Yapay bir ortamda kendini geliştirmesine olanak yoktur.”

Ve gencecik öğrencisi Ayşedeniz’e dönüyor:

“Biliyor musun, her nota kendi içinde bir değerdir. O son bastığın zavallı nota sona yazılmış diye diğerlerinden daha az değerli değil ki! Onun da hakkını vermelisin. Öldürmemelisin. Yuvarlak bir çizgi içinde şarkını söylemelisin. Tıpkı yaşam gibi, soluk alıp vermeyi müziğe de yansıtmalısın. Bu bir bilgisayar değil, insan elinin sıcaklığını duyurmalısın.”

Sonra aradan yıllar geçti, Ayşedeniz aldığı eğitimi değerlendirdi. Ailesinin her yönden desteğine sahip olduğu için çok şanslıydı. Giderek başladığı klasik eğitim ile yetinmedi, güçlü tekniği ve nice bilgisini bugüne uyarladı. Annesi onun yurtdışındaki her konserine gitti, yanında oldu, babası da müthiş sanatsal fotoğraflar çekti. Derken kendine özgü projelere başladı: “Piyano Zaman Makinası”, “Liszt bir Rockstar”, “Liszt ve Pinkfloyd” gibi çalışmalar. Hepimiz bunlar nereye varacak diye merak ediyorduk. Bugün dünya üstünde inanılmaz bir dinleyici kitlesine sahip. Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall’de ilk konserini verdiğinde 13 yaşındaydı. Aynı zamanda ekolojik sorunlara da dikkat çekiyordu. Örneğin o çalarken kirlenmiş Akdeniz’in can çekişen görüntüleri ekrana yansıyordu.

Önümüzdeki kış onu Türkiye’nin çeşitli sahnelerinde dinleyeceğiz: İstanbul Zorlu PSM, İzmir A. Adnan Saygun Merkezi, Antalya Senfoni Orkestrası gibi. Kazandığı bu ödül ona dünya üstünde yeni kapılar açacak.

Kendisiyle barışık, neşeli, araştırmacı ve başarılı insanlara çok gereksinim var.

Ne mutlu Ayşedeniz’e.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eski bayramlar 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları