Çağımızın acısı ve Mozart’ın gülen yüzü

01 Şubat 2023 Çarşamba

İlk gençliğimde yarıyıl tatilleri için Ankara’ya halam Naşide Koryak ve eşi Behiç Enver Koryak’ın evine giderdim. Onlar da ben gitmeden bütün tiyatro, bale, opera temsilleri ve konserlere bilet alırlar; Anıtkabir ve müzelere götürürlerdi beni. Geçen hafta Ankara’ya gittiğimde o günleri anımsadım. Ankara’nın yeni CSO salonunu ilk kez gördüm, bütünüyle hayran kaldım; birkaç akustik düzenleme sonunda dünya çapında bir merkez olacak.

Maestro Gürer Aykal’ın deneyimli yönetimindeki konserin programı son derece değişik bir örgüye sahipti. Çok yönlü, çok boyutlu, içinde derinlik barındıran, toplumsal hüznü yansıtan bir dinletiydi.

Önce Ali Darmar’ın (1946) ilk kez gün yüzüne çıkan bir yapıtını dinledik. Bu bestecimiz kendine özgü zarif anlatımıyla hemen her çalışmasında belli bir esin kaynağından yola çıkmıştır. Girit mübadili bir ailede, acılar yaşamış bir ebeveynden dünyaya gelmiştir. Ferdi Ştatzer ve Popi Mihailidis ile piyano çalışmış; bir yandan da eczacılık yüksek okulunu bitirmiş; müzik eğitimini Paris’teki ünlü kurumlarda, Nadia Boulanger gibi ünlü hocalarla tamamlamıştır. Onun son bestesi olan “Geçmiş Esintiler”in (2022) ilk seslendirisini dinledik. Mistik olduğu kadar yüzü aydınlığa bakan bir çalışmaydı. Özellikle girişteki gök gürültüsü, yağmur damlaları flüt ve arpın sololarıyla Girit’teki acıları ve umutları duyuruyordu. Ali’nin bütün yapıtlarında olduğu gibi bunun da kaydını hemen edinmek, art arda dinlemek, daha derinlerdeki sırları bulmak geliyor insanın içinden. 

Ardından piyanist Renan Koen’in solistliğinde Mozart’ın 24. Piyano Konçertosu çalındı. Renan piyanist olduğu kadar besteci, soprano, müzik terapisti ve yazar. Anlayacağınız günümüzün çok boyutlu sanatçısı. Bunlara bir de araştırmacılığını eklemek gerek. Konserde şef Gürer Aykal ve solist arasında çok iyi bir uyum vardı. Renan, Mozart çalmanın özelliklerini çok iyi bilen bir piyanistti. Aykal ise “Mozart’ı babam gibi hissederim” der. Renan’a CSO ile son derece özenli bir eşlik sundu.

Renan’ın çaldığı bis parçası konserin ikinci yarısına bir göndermeydi: Victor Ullman (1898-1944)’ın Prag’da Nazilerce tutuklanıp Terezin toplama kampına yollandığı ve orada yok edilmeden önce yazdığı piyano sonatından Büyük Füg’ü dinledik. Böylece konserin ikinci bölümünde seslendirilen Michel Assael’in (1918-2006) “Auschwitz Senfonik Şiiri”ne bağlandık. Geçen yıl ilk seslendirisi Gürer Aykal yönetiminde New York Carnegie Hall’de yapılan bu yapıtın ilk Türkiye seslendirisini dinledik. 

Assael, Almanlara tutsak olmuş ve kamplarda yaşamış ancak kaçıp kurtulmayı başarmış Yahudi bir besteci. Yapıtında her an ölümle yüz yüze yaşadığı konsantrasyon kampının acılarını ve en sonunda kurtuluşun sevincini duyuruyor.

Bu tarihi konser için iyi ki Ankara’ya gitmişim. Çalınan her yapıt özenle seçilmiş, özenle çalışılmış ve özenle yorumlanmıştı. Her birisi çok yönlü, çok katmanlı ve düşündürücüydü. Aydınlığıyla Mozart’ı, karanlığıyla 20. yüzyılı dinledik. Ali Darmar’ın yapıtında ise karanlıkla aydınlık bir aradaydı ve bizi 21. yüzyıla bağlıyordu.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları