İnsan Sesi

23 Mart 2022 Çarşamba

Covid korkusundan eve kapanıp insan yüzü görmeden yaşadığımız günlerde bazen kendi kendimize konuşur olduk. Evde televizyonun sürekli açık durmasına dayanamazsanız, bir müzik çalmaya da üşenirseniz, yalnız kendi mırıldandığınız ezgilerin sesini dinliyorsunuz. Kimi günler telefon bile çalmıyor. Elimizin altındaki WhatsApp’tan sessizce yazışmayı yeğliyoruz. Dostlarımızın sesini dahi unuttuk. 

Annem, “Bir sesini duyayım” diye telefon açardı. Arkadaşlarıyla da telefonda konuştuktan sonra tam kapatırken, karşısındaki “Daha daha başka ne var ne yok” diye sorarsa, nezaketen biraz daha konu yaratırdı. Çünkü bilirdi ki karşısındaki telefon kapandığında kendi yalnızlığına dönmemek için bahane arıyor!

Yeni kuşaklar telefonda konuşmuyor ya da kısa kesiyor sözü. Geçenlerde hemen her gün yazıştığım bir arkadaşımla telefonda konuşacağım tuttu. Karşımda çatal çatal bir ses! Ne oldu senin sesine, hâlâ Covid’den kurtulamadın mı, dedim. “Yoo Covid geçti, bitti. Bugün daha hiç kimseyle konuşmadım, ilk kez seninle konuşuyorum. Farkında değil misin, artık eskisi gibi kimse telefonla aramıyor, saatlerce kimseyle konuşmadığımız oluyor. İlk konuşmada da hepimizin sesi böyle çıkıyor” dedi. Yalnız yaşayanlar insan sesi duymayı özlediler. İnsan sesi, bir başkasının veya sizin sesiniz; konuşma olsun şarkı söylemek olsun, ne dediğini anlamasanız bile sıcak, yaşayan bir dosttur. 

COCTEAU VE POULENC

Francis Poulenc’in (1899-1963) tek perdelik, tek kişilik, lirik trajedisi “İnsan Sesi” (La Voix humaine) geldi aklıma. 1958’de bestelediği bu opera, soprano ve orkestra için bir “mono drama”. Perde açıldığında bir kadın, elinde telefon, monolog halinde konuşmaktadır. Karşısındaki sevgili onu terk etmeye ve ertesi gün bir başka kadınla evlenmeye hazırdır. Aslında ne olup bittiği çok da önemli değildir. Kadın yakınırken son derece duygusal tepkiler verir. Poulenc’in operasında bir senfonik orkestra eşliğinde sahnelenen bu “hümanist” yapıtın librettosunu ünlü Fransız yazar Jean Cocteau, 1928’de yazmış ve ilk kez 1930’da Comédie-Française’de bir “mono drama” olarak sahnelenmiş. 

Ortada trajik bir durum vardır. Biz sadece kadını duyarız: Melodik, duygusal ve orkestra çalgılarının empresyonist renkleriyle bezenmiştir. Söyleminde kadının mutsuzluğu dile gelir. Tek başına bir kadın. Devamlı konuşmak, anlatmak ve kendini savunmak ihtiyacında. Kâh delirmiş gibi kahkaha atıyor, kâh küçük bir kız çocuğu gibi şefkat arıyor. 

“İnsan Sesi” operasını, genç yaşta yitirdiğimiz değerli sopranomuz Zehra Yıldız 1988’de oynamıştı. Ne kadar gençti o temsilde! İlk kez bir temsilin gala temsilinde oynamaya hak kazanmıştı. Sahnede en az 40 dakika boyunca tek başına şarkı söyleyen bir soprano. Prömiyer gecesinde perde açılınca karşısındaki izleyiciler arasında Leyla Gencer’i görmez mi? Doğal ki heyecanı kat kat artmış. “Hatta bir-iki satır atladım” diye anlatırdı. Leyla Gencer de bu yapıtı La Scala’da ilk oynadığında kariyerinin çok başındaymış. O da çok heyecanlıymış. 

“İnsan Sesi” eski operalardan çok yönüyle farklı. Güncel kostümler içinde, dekor yok, mizansen yok. Başka oyuncular da yok. Bazı rejilerde orkestra da sahnede ve onun önünde tek başına bir solist var. Yer yer melodik bir ezgi, yer yer konuşmayla şarkı arasında (sprechstimme) bir sesleniş akıp gidiyor. Kadın öfkesini öylesine güçlü yansıtıyor ki! Ne de olsa libretto 1928 ürünü. 1. Dünya Savaşı’nın yaraları ancak sarılıyor. Poulenc de o boşluğu, yalnız insanı ve onun acılarını müziğinde absürt anlatımla yansıtıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları