Sol El İçin Üvertür

14 Şubat 2018 Çarşamba

Kaza geliyorum demezmiş; düşersin, gözlerin kararır birden. İşte sana bunca yıl hizmet eden sağ elin seni bıraktı. Sol eline bakıyorsun; “yok yok ben bilmem bu işleri” der gibi sanki. Nazlı, cilveli “nasıl da düştün elime” halinde bir sol el. Bir “girizgâh” istiyor yalnızca, bir üvertür bekliyor.
Öyleyse verelim istediğini.

                                                                       *** 

Ama daha önce yapılması gereken işler var. Zorunlu, kaçınılmaz sessizliğin hesabını vermek, sessizliğin suskunluk olmadığını anlatabilmek gerek. Pusuda bekleyen hep kendine hak verme kötülüğünden uzak durabilmek için, yeniden yazmanın coşkusuna sığınmak daha doğru olmaz mı? Olur. Öyleyse kısa kesecek, örneğin Aida’nın, bestecinin hışmına uğrayan üvertürüne benzer küçük, kendine yakışır bir şarkıyla yetinmesini isteyeceğiz sol elimizden.

***

Aida’yı Devlet Operası’nda korist Dayıoğlum sayesinde, 13-14 yaşlarında olmalıyım, izlemiştim. Beni “sol yana” uyandıran Dayıoğlu Muzaffer, yıllar sonra saflarına katılacağım gençlik örgütü Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun marşının da bestecisiydi. İsmet Özel’in yazdığı güftedeki “ha deyip sırtımızı halklara dayamışız” dizesi, 68 kuşağı FKF’lilerin hafızasında hâlâ yaşar. Her neyse, ön sıralarda bir yerden izledim Verdi’nin Aida’sını. O geceden aklımda kalan, askerleri temsil eden koronun “harp var, harp var” çığlığıdır.

***

İmkânsız bir aşkın, Habeş ordusuyla Mısır ordusunun entrikalarla örülmüş savaşı içinde nefes alma, var olma çabasını anlatır Aida. Adını da Mısırlılara esir düşmüş Aida’dan alır. İnsanların bir türlü ders almaya yanaşmadığı savaşın, aşkı bir kere daha boğduğu “oryantalist” operalardan birisidir. Hüzünlüdür. Benim sağ elimse, ne “görüyorsa” onu yazmaya koşullanmıştır. Şimdi yazabilseydi, sürüp giden amacı “belirsiz” serüvenin nedenlerini araştıracak, “halk ne olup bitiyorsa öğrensin” türü gazetecilik dersi verecek, “halkın önyargıları ya da yönetenlerin ne düşündüğü beni ilgilendirmez” diye efelenecek, beni de utandıracaktı.

***

Sol elim öyle değildir. Pek kısa olan insan hayatının gencecik yaşlarda sönüp gitmesine gönlü razı olmaz. Kulaklarımda hâlâ “harp var, harp var” diye bağıran Habeş savaşçılarının, Mısır askerlerinin çığlığı yankılanıyor. “Geçelim mi klavyenin başına” diyorum, “erken değil mi, bak sağ elin hâlâ kırık dökük” diye yan çiziyor sol elim. Appassionata’dan, hani Lenin’in, “Daha iyi hiçbir şey bilmiyorum, her gün dinleyebiliriz. Ne şaşırtıcı, süper insanın müziği!” dediği Beethoven’in ünlü sonatına “Für Elise”den bir iki nota ekleyerek uydurduğum “üvertürü” mırıldandım biraz. “Sonrası da böyle mi gidiyor” diye heveslendi.

***

Öfkeyle lafa karıştı sağ elim. “Gerçekler yok mu bu hikâyede, hâlâ Silivri’de tutulan Akın’dan, Murat’tan, Ahmet’ten, ötekilerden söz edilmiyor mu, tutku nerede, utanıyorum sizden” diye de yerlere savurdu bizi. “Daha nereye kadar gerileyeceksiniz ki” dedi öfkeyle alçısının içinden.

***

Sahi nereye kadar gerileyebiliriz, çoktan duvara dayanmadık mı? BM’nin yasakladığı kışkırtıcılıkla mücadeleden kaçınabilir, Aida’daki “harp var harp var” çığlıklarına kulaklarımızı tıkayabilir miyiz? “Haydi başlayalım artık” dedim. “Peki” dedi kitaplara vurgun kahraman sol elim “ben yasalara saygılı bir yurttaşın sol eliyim; yasaktır kışkırtıcılık. Yasak değil midir?”
“Yasaktır” dedim... Geçtik klavyenin başına, sağ elimin öfkeli bakışları altında işte bu yazıyı yazdık...
——————————
NOT: Bu yazının Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Şeytanlı fetvasıile hiçbir ilgisi yoktur. Sağ yanımda yarem var, sol yana döndür beni ile ilişkisi ise derindir. Sol elimin yetenekleri şimdilik sınırlı. Sonraki yazı 21 Şubat Çarşamba günü. Sonra normal düzene geçebileceğimi, huysuz devrimci sağ elimi ikna edebileceğimi umuyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları