Hikmet Çetinkaya

Dersimiz anayasa...

06 Haziran 2017 Salı

Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu’nun Tekin Yayınları’ndan çıkan “15 Temmuz Anayasası kitabının giriş bölümünden başlayayım.
Kaboğlu, yeni kitabını insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti için mücadele edenlere armağan ediyor:
Darbe” sözcüğünü telaffuz etmekten bile kaçınan bir kişi olarak haftalık yazılarımdan 7 ve 14 Temmuz günlü olan iki yazı, Temmuz 2016’nın ilkyarısında ülkenin içinde bulunduğu durumu resmettiği için, “15 Temmuz Anayasası”nın girişi olarak seçildi.
Anayasa ve ilahi kitaplar arasındaki ilişki, daha sıkça ele alınmalı. Neden? Çünkü Türkiye’de şu ikili süreç ivme kazanıyor: Anayasasızlaştırma ve dinselleşme.
Her ikisi de tehlikeli:
- Anayasasızlaştırma, hukuk dışı ve keyfi yönetimin yaygınlaşması anlamına gelir.
- Dinselleştirme, misyonerlerine “mücahit ruhu” aşılasa da uzun dönemde kaybeden din özgürlüğü olur.
Dünyevi bir metin olan anayasa, din özgürlüğünün de başlıca güvencesi. Dinselleştirme ise, din özgürlüğü kadar diğer haklar için de tehlikeli, tıpkı, keyfi yönetim aracı olarak anayasasızlaştırmanın, halklar toplumunu yok etme tehlikesi yaratması gibi.

***

DAEŞ denilen bu proje örgüt, Müslümanların bağrına saplanmış bir hançerdir” diyen Cumhurbaşkanı, çatışmalarda yaşamını yitirenleri iki kutba ayırıyor: “Şehitler” ve “pisi pisine gidenler. DAEŞ teröristlerinin yerinin cehennem olduğuna da sıkça vurgu yapıyor. Bu ve benzeri beyanlar nasıl yorumlanabilir?
Darbe gündemi ve senaryoları bakımından kısaca hatırlayalım:
1) Silivri hapishanesi ve adliyesi: AKP hükümetleri, “kendilerine karşı darbe girişimi failleri”ni yargılamak için bu devasa yapıyı inşa etti, bu yolda, bütün ülkeyi seferber etmeye çalıştı. Bir gün “bu bir kumpastı” deyiverdi.
2) PKK hendekleri: Kazdıkları hendek ve cephanelikleri imha için, teröristleri toptan yok etmenin ötesinde, yüzlerce güvenlik görevlisi ve sivilin ölümü, Parti ve Külliye açısından hiç sorgulama nedeni olmadı.
3) Cemaat: On yılı aşkın süreyle iktidarı paylaştığı Gülen Cemaati’ni, -henüz silahlı bir üyesi ortaya çıkmış olmasa da- “FETÖ Terör Örgütü” olarak ilan eden hükümet ve Külliye, kendilerine karşı amansız mücadele -ve hatta savaş- kararlılığını sürekli dışavurmakta.
4) Gezi: “Demokrasinin postmodern mantığı” olarak Gezi sürecinde, parkı savunanlara karşı açtığı savaşta -ve dökülen kanda hızını alamayan Külliye, Topçu Kışlası’nı yeniden gündeme getirebilmekte...
5) Ne var ki konu, “İslami terör örgütü” IŞİD (veya DAEŞ) olunca, devlet olarak mücadele kararlılığı yerine, “İslami dil” ile yanıt öne çıkmakta: “İslamın bağrına saplanan hançer”, “pisi pisine ölmek”, “yerleri cehennem”... Bunun, yaptırım açısından anlamı, dünyevi adalet yerine uhrevi adalet vurgusu. Katledilenler için “şehitlik” vurgusu ise “yaşamı değersizleştirme” söylemi.

***

Sonuç olarak; aynı zamanda “dinselleştirme” zemini olarak görülen “anayasasızlaştırmatek kişi yönetimi kurma aracı olmanın çok ötesinde bir tasarım şeklinde karşımıza çıkıyor.
10 bölümden oluşan kitabın okuyucuya sunduğu bilgiler, Türkiye’nin yetiştirdiği önemli bir akademisyenin aynı zamanda çağına tanıklığının da göstergesi.
İyi okumalar...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları