Hikmet Çetinkaya

‘El bebek, gül bebek...’

16 Eylül 2017 Cumartesi

Her şey tekdüze geliyor belki bize...
O saatlerde Peru’da, bir ırmak kıyısında yaşanmış öyküler dinliyor olmalısın...
Denize melek çizilmiş bir serçe...
Carlos Oquendo de Amat’ın “Melek ve Gül” ormanını anımsatır camlara vuran gölgeler...
Sonra?
Alçakgönüllü bir ezgi gibi usulca geliyor adın ve beyaz kumrular uçuyor ellerinden...
Anılarım hep beyazlar giydiriyor sana buradakilerin uzaktan izledikleri bir çocuk oyunu gibi...
Bir gök ölüyor ellerinde ve inceliğinde bir gök doğuyor; sevecenlik bir çiçek gibi açıyor yanında düşünürken...
Diyorum ki:
“Sesin yağmur kadar ilkel
sesinle ufuk arasında
Güller de şarkılar da sessizdir
sen varken...”
Paris’te bir gece yarısı seni düşünüyorum...
Çocukluk yılların geçiyor, ışıklı bir trende. Oyuncakların, pilli bebeğin yine elinde...
Yumuk gözlü bir çocuğu düşünüyorum. Evrene “merhaba” demesini anımsıyorum...
Onu, pencereden seyrettim ilk kez...
Annen, kardeşin ve sen!..
Umuda doğru koşuyorsun. Mevsimlere, haziran çiçeklerine. Gökyüzünün mavisine, kırlangıçlara, sığırcık kuşlarına...
Bebek sana gülümsüyor...
O üç saattir yaşamın içinde...
Sen bebek, o bebek ne yapacaksınız bebekler?
Bir sevda masalının içinde düş kuruyorsunuz birlikte...
El bebek, gül bebek!..

***

Paris metrosu tenha...
Gözlerimi yumuyorum...
Bir İstanbul geçiyor resimlerle, bir İstanbul Sarıyer’de bana gülümsüyor...
Miguel Hernandez’in “Türküsü”nü söylüyorum; küçük balıklar düşünüyorum, tırtılları...
O gece hiç uyumadım...
Sabahın ilk ışıkları odama vuruyor, pembe çiçekli perdelerin arasından...
Sen uyanmış olmalısın...
Deniz kıyısındasın, gazeteleri okuyor, kahvaltı yapıyorsun...
Haykırıyorum:
“Su kenarına götürmek istiyorum seni,
fışkıran denizi andıran türkünü dinlemeyi.
Su kenarına gideceğim sarılıp sana.
Coşup taşacaksın su gibi, coşkuyla.
Su kenarında öpüp koklamak isterim seni.
Suyun köpüğü sana gülmeyi öğretmeli.
Suyun kenarında sevmek için seni kadınım,
görmek, kucaklamak, sana sahip olmak muradım.
Denizde yitip gitmiş suyun kenarında,
ne yitirir kendini, ne çıkar ortaya.”
Yalnızım Paris’in o serin pazar sabahında...
Gözlerin İyonya okuyor, bedenin İyonya kokuyor...
Hastane odasında o genç anne, henüz bir günlük çocuk...
Yüreğinde ışıyan yeryüzü, gözlerinde büyüyen sevda...
El bebek, gül bebek!..
Yaşam senin!..

***

Brooklyn Köprüsü üzerinde, bu güzel sabah saatinde Elizabeth Bishop’tan söz edin...
Bak, düdük sesleri, bayraklar, dumanlar rüzgâra karışıyor; gemiler binlerce bayrakla yürekten selamlıyorlar, limanda yükselip alçalarak uçuşan kuşlar gibi...
Nasılsın el bebek, gül bebek?..
Şafağın söktüğünü görebiliyor musun?
Paris’te bir sabah...
Eylül hepimize gülümsüyor, yaşamın derin izleri yüzümüzden okunuyor...
Apollinaire’nin Mirabean Köprüsü’nün altından geçiyoruz, sevincin, acının ardından geldiğini öğreniyoruz...
Günler geçiyor, günler haftalar yaman...
Yaşam öyle durgun ve yavaş...
Anılarım hep beyazlar giydiriyor, bir çocuk gülümsüyor, elleriyle dokunuyor bana... Kıpış kıpış gözlerindir kıpırdayan dallar, tüm güzelliğinden, tatlılığından her yanında bir şeyler var!..
Saçları örülmüş durgun bakışlı kızlar, o mevsimler arasında açan çiçekler...
Bak, bebek sana gülümsüyor.
Gökyüzündeki bulutlar senin resmini yapıyor...
Merhaba el bebek, gül bebek!..
Ağlama bebek!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları