Hikmet Çetinkaya

Gülfidan’ın suçu ne?..

10 Ağustos 2017 Perşembe

17 yıl önce “görücü usulü”yle imam nikâhı kıyılarak evlendirilmiş…
Haberi Cumhuriyet’te okudum.
Kanım dondu!
Kocasından 17 yıl boyunca sürekli şiddet görmüş. 11 parmağı koparılmış.
Beş çocuk annesi 35 yaşındaki Gülfidan Sepil’in öyküsü yürekler acısı.
İşkence…
Falaka…
17 yıl boyunca görmediği işkence yok. Hepsine katlanmış yuvasının yıkılmaması için.
Sonunda Ankara’daki evinden kaçarak Van’da yaşayan ağabeyinin evine sığınmış.
Van’da savcılığa başvurup imam nikâhlı kocasını şikâyet etmiş Şanlıurfalı Gülfidan.
Van Yaşam Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi aktivisti Gülmay Gümüşhan yaşanan bu dramı değerlendirirken şöyle diyor:
“15 yıldır kadına yönelik şiddet alanında çalışma yapıyorum. Bugüne dek böylesi bir olayla karşılaşmadım.”
Şiddetin dozu her geçen gün artmış…
İçinde öldürülme korkusu, çocuklarının gelecek kaygısı ağır basmış.
Yolu yaşamın bittiği yere düşmüş…
Bilinmez bir tutku, çığlık çığlığa olan yalnızlığın hüzün bahçelerinde hayatın dramıyla buluşmuş.
Cumhuriyet’te haberi okurken içimde fırtınalar koptu.
Cahit Külebi’nin dizeleri aklıma geldi:
“Bu gece, bu gece
Uykusuzum, kederliyim, deliyim
Yüzünde uzak sevgilerin derin aydınlığı,
Durmayalım şehir şehir, yıldız yıldız karanlıkta
Bu gece ölmemeliyim.”

***

Yapış yapış bir hava…
Havada yağmur sıkıntısı var…
Çocuk gelinler geliyor aklıma, hayata dair bir şeyler.
Bahçedeki çiçekler yaşamın derinliğini, umutların çoğalmasını yansıtıyor.
Güneş, Altınoluk üzerinden alev topu gibi ufuk çizgisinde kaybolmaya başlıyor.
Gözlerimi yumuyorum…
Sessizliğin içinde bir ses bana geçmiş zaman masallarını çağrıştırıyor.
Bahçeye çıkıyorum…
Çiçeklerle, ağaçların dallarına konan kuşlarla konuşuyorum.
Diyorum ki:
“Git kapıyı aç!”
Bir delişmen çocuk ağlıyordur tek başına ormanda; bir genç kız belki ağustosla çoğalıyordur, kapının aralığında eylülü karşılamaya hazırlanırken...
“Aç kapıyı haydi”
Gülfidan yapayalnızdır, çaresizdir…
Gülfidan için tomurcuklar açsın, aşk çiçeklensin çok zor olsa bile.
Yarınlar onun olsun…
Yarınlar hayat, yarınlar umut, özgürlük, sevgi olsun şiddet değil.
Ellerin üşüyordur biliyorum. Sesini uzaktan tanıyorum. Mavi tebeşir evler çiziyorum. Batman’da intihar eden genç kızları, kadınları anımsıyorum.
Gün batıyor, gecenin sisi iniyor denizin üzerine…
Poyraz dinmişti…
Nedense eski bir fotoğrafı görür gibi oluyorum.
Yıl 1999…
O gece bir annenin çığlığını anımsıyorum aradan bunca yıl geçmesine karşın.
Cezaevi aracı yavaş yavaş ilerliyordu.
Anne cezaevi aracının peşinden koşarken çığlık çığlığaydı…
“Götürmeyin yavrumu, kuzumu, o daha çocuk…”
Sessizlik bize göre değildi…
Edip Cansever neler fısıldıyordu:
“Yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
Belki en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
Ki bütün işkenceler, ezinler ve kırımlar
Damlayan bir musluktur yerine göre
Yoksa bir enkaz altında bir ölüm
Ya da puslu bir havada bir cinayette
Bir ölüm
Ölümün anlamı ne”

***

Gülfidan’ın suçu ne?
Onun suçu kadın olmak…
Gecenin kaçı bilmiyorum. Sessizlik kendi içinde sanki hüzün kuşağı…
Karşıda Midilli’nin ışıkları. Hava sıcak mı sıcak…
Ölümsüz güneşin, kendini kıskançlıkla yedi tür tüyle süsleyen tanrıların kışkırtıcı bakışlarıyla irkilen iğde ağacı bize yarım kalmış tutkularımızı, kaçıp giden aşklarımızı anlatıyor.
Kadına şiddet tırmanıyor…
Sessizliğin sesi kapsıyor dört bir yanımızı:
“Zamana yakalandım körpecik ve ölürken; türkümü söylediysem de denizler gibi zincirlerimle…”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları