Hikmet Çetinkaya

İnsan Neden Bunalır?..

29 Mart 2015 Pazar

Balkona sırtını verip yaslanmış gül ağacının dalı göz kırpıyordu...
O anda sordum kendi kendime:
“Hayat ağacı mıdır tomurcuklarını yavaş yavaş açan gül ağacı?”
Gazetelerin sayfalarında haberler, fotoğraflar, bugün CHP örgütlerinde yapılacak milletvekili önseçimleri.
Balkonları, gül ağacını kendi yalnızlığının içine gömdüm ve yola çıktım sabahın ilk saatlerinde...
Pendik’ten Yalova’ya geçtik; Gemlik’te yeniden denizi gördük; Bursa’ya yaklaştık.
Yazımı bir kır kahvesinde yazıyorum...
İlkyaz gelmiş...
Tatlı bir serinlik var havada!
Türkiye bildiğiniz gibi, değişen bir şey yok...
Bayılıyorum Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gündemi değiştirmesine...
Çözüm süreci tıkır tıkır işliyormuş ama “Kürt sorunu” yokmuş, 12 yıldır yolsuzlukla, hırsızlıkla mücadele eden bir iktidar varmış ama yolsuzluk, hırsızlık yokmuş...
Oh ne güzel!
Şu Kürtler, Aleviler olmasa, güzel işlere çomak sokan muhalefet partisi olmasa, HDP parti olarak seçimlere girmeyip bağımsız adaylar koysa...
Biraz CHP’ye biraz da HDP’ye “paralel yafta” konulsa, kenarından köşesinden MHP’ye AKP’den kopacak seçmen oranı biraz düşse...
Nereden bakarsanız bakın RTE’ye 380 milletvekili yeter de artar bile...
Şu yolsuzluklar, Kürt sorunu palavrası...
Yapmayın etmeyin, Sultan’ı üzmeyin...
Çözüm süreci var, Kürt sorunu yok!

***

Dünyanın dört bir yanında insanlar bunalıyor...
Şimdi anımsamıyorum ama yıllar önce bir yerde görüp okumuş, arşivime atmıştım...
Birden aklıma Jacques Prevert’in bir şiiri geldi.
“On iki lokma ekmeğe kazanılmış
On iki konak içinde
On iki adam ağlıyor hıncından
On iki banyo teknesi içinde
Kötü bir telgraf almışlar
Kötü bir memleketten
Kötü bir haber
Yerlinin biri
O memlekette
Kalkmış ayağa birden çeltik tarlasında
Ve acı acı gülerken
Bir avuç pirinç savurmuş
Göklere doğru”
Jacques Prevert’in dizelerinde insanların niçin bunaldıkları çok açık biçimde anlatılıyor...
Dünyanın kimi ülkelerindeki terör, şiddet, baskı, iç savaşlar, yeniden hortlayan sömürgecilik ruhu...
Dünya küçüldü...
Bir yolcu uçağı Fransa Alpleri’ne düştükten hemen sonra, bir kanlı terör eyleminin hemen ardından, kıyımlar, kıranlar...
Her şey ama her şey hemen anında gözlerimizin önünde değil mi?
Küçülen bir dünyada insan bunalmasın da ne yapsın?
Baskı düzenlerine karşı çaresizlik, yoksulluk ve yolsuzluk...
Çözüm süreci var ama Kürtlerin, Alevilerin sorunları yok!
Bu çağda kimse kimseyi kandıramaz, yalan söyleyerek oyalayamaz...

***

Bilgisayarımı kapatıp yeniden yola koyulduk...
Dağlar, ovalar yemyeşil...
Bildiğim bir kentte doğru giderken, eski mevsimleri, çiçekleri, balkonda bıraktığım gül ağacını düşündüm.
Oktay Rifat’ı unutmuştuk, onun dizilerini bilmiyorduk. Umberto Saba’nın yumuşak ve hüzünlü sesi duyulmaz olmuştu...
Yüreğimizde dinamitler vardı ateşleyemediğimiz. Sevgi vardı, kardeşlik, dayanışma ruhu, hiç bitmeyen.
Oktay Rifat ne diyordu:
“Burası Dalyan kahvesi
Ortalık süt mavisi
Apostol bu ne biçim meyhane
Tabağımda bir bulut
Kadehimde gökyüzü”
Bir mola daha verdim İzmir yakınlarında yazımı bitirmek için...
Şair, yaşlandıkça bulunduğunu söylemişti mavinin en iyisinin...
O mavi İyonya göğünün altında, ağaçlar arasında yürürken...
Günbatımını seyretmeden önce, Bornova’ya inerken, yıldızların getirdiği bir gece düşlüyordum...

***

30 yıldır haftada altı gün yazıyordum. Yazılarımı beş güne indirdim. Salı ve cuma günleri aynı köşede değerli meslektaşım Nuray Mert yazacak.
Nuray Mert’e “hoş geldin” diyorum...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları