Hikmet Çetinkaya

Silivri'de Kara Mizah...

25 Nisan 2010 Pazar

POLİTİKA GÜNLÜĞÜ

HİKMET ÇETİNKAYA

Silivride Kara Mizah...

Sütbeyaz sabahları severim.

Ağaçların çiçeğe durduğu, kuşların çatılara konduğu güneşli sabahları...

Çocuklar okulun bahçesinde oyunlar oynuyordu.

Televizyonda İstanbulda doğup büyüyen, hiç ama hiç vapura binmeyen, denizi görmeyen çocukların öyküsünü izledim...

Zamanın iziyle oynar gibiydim. Ağaçların dallarına baktım. Elimin gölgesinde kırlangıçları havalandırdım.

Eski günlerden kalan sabah türkülerini anımsadım.

Türkiyede siyasal kavgaları, vurgun düzenini, talanı, soygunu unutmak istiyordum.

Kara Afrikadaki yoksul insanları, o cılız çocukları yazmak geçti içimden...

Savaşları, kıyımları! Irakın, Afganistanın yoksul halkını!

Canım evden çıkmak istemiyordu...

Bebeke inip kahveye oturarak denizi seyretmek istedi canım...

Özgürdüm!

O anda aklıma Silivride tutuklu Mustafa Balbay, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Deniz Yıldırım, Ufuk Akkaya geldi.

Sabahın sekiziydi ve onlar çoktan uyanmışlardı...

Belki o saatte televizyon izleyip günlük gazeteleri okuyorlardı...

Onlar benim gibi özgür değillerdi!

Özgürlüğün ne olduğunu ancak hapis yatanlar bilir...

İçimden bir şeyler koptu!

12 Eylül darbesi, İzmir Narlıderedeki askeri cezaevinin o büyük koğuşu gözlerimin önündeydi.

12 Eylülde demokrasi yoktu!

İnsan hakları açıkça çiğneniyor, tutuklulara hapishanelerde işkence yapılıyordu.

Peki günümüz Türkiyesinde neler oluyordu?

Sivil darbe hukuk belgesi olarak tutukluların karşısına çıkarılıyor, karmaşa, ciddiyetsizlik, suçun kanıtlanması yerine sanığın kendi suçsuzluğunu kanıtlaması halleri kara mizaha dönüşüyordu.

Hem Mustafa hem de Tuncay aylardır soruyorlardı:

Bizim suçumuz nedir?

***

Darbeyi silahlı gücü elinde bulunduranlar yapar, gazeteciler, bilim insanları değil...

Gazeteci çağının tanığı değil midir?

Doğan günün aydınlığında yine düşünceler ormanında dolaşıyordum...

Prof. Dr. Mehmet Haberal kaç aydır hastane köşelerinde yatıyordu? Böyle saygın bir bilim insanı nasıl darbe yapardı? Onlarca karaciğer hastası Haberalı beklemiyor muydu?

Hele bir yıla yakın tutukluluktan sonra en az sekiz ay daha sorgu sırasının kendisine gelmeyeceğini söyleyen 21 yaşındaki teğmenin şu sözleri vicdanları sızlatmaz mı:

“Ben Güneydoğu’da çatışmada yaralandım. Erlerimi yalnız bırakmamak için yedi gün sonra ameliyat oldum. Bu iddianameye göre besbelli ben önemli bir teröristim. Her ne kadar hangi eylemlerden ötürü sorgulandığımı bilmesem de Apo’dan daha önemli bir terörist olmalıyım ki, benim insan haklarıma yönelik bir duyarlılık gösterilmiyor.”

Ben genç teğmenleri Silivrideki duruşmalarda görmüştüm.

O genç teğmenler darbe iddialarının yoğunlaştığı 2002-2003 yıllarında belki askeri liselere ya yeni girmişler ya da girmemişlerdi.

Teğmenler içerdeydi ama darbe günlüklerini yazan emekli Oramiral Özden Örnek nedense dışarıdaydı. Balbayın günlükleri suç öğesi oluşturuyordu, Örnekin günlükleri ise oluşturmuyordu.

Adalette eşitlik kavramı gücü yetene işliyordu.

Bugüne değin yapılan suçlamalar belge olmasa da yandaş medyada sayfa sayfa yayımlanıyor, özel yaşama giriliyor, ortam dinlemeleri internete düşüyordu.

Yine medya tutuklu insanların savunmalarını geniş biçimde vermiyor, verse bile iç sayfalarda kısa veriyordu.

***

Hukukun üstünlüğü ilkesinin çiğnendiği bir ülkede demokrasicilik oynayanlar, temel hak ve özgürlüklerden söz edenler gözlerini yummuştu.

İşte benim içim bu yüzden acıyor...

Sütbeyaz bir sabahın içinde umutlarım uçup gitti!

Yüreğim sis ve pus altındaydı...

Bebekte kahve içmekten vazgeçip gazeteye doğru yöneldim.

Karmakarışık duygular içindeydim...

Sesin, aydınlığın, rengin, hareketin ahenginde kendi kendimi dinlemek istedim...

[email protected]

Faks numarası: 0212 343 72 69



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları