ADD’nin Seçim Tasarımı

05 Ocak 2015 Pazartesi

Bu yıl yapılacak seçimlerde, Recep Tayyip Erdoğan’ın kadroları, anayasayı değiştirerek başkancı sistemi hukuksal temele oturtacak bir orana ulaşmak amacında.
Diktatörlüğe geçişin tamamlanması anlamına gelen bu amaca karşı Atatürkçü Düşünce Derneği, seçimler öncesi “Bizim de söyleyeceklerimiz var” ya da “Türkiye konuşuyor” adı altında binlerce kişinin katılımıyla büyük bir toplantı düzenlenmesi için şimdiden çalışmalara başladı.
Çeşitli toplum kesimlerinden konuşmacıların görüşlerini aktaracağı serbest kürsü benzeri toplantı sonunda seçime yönelik bir bildiri yayımlanacak. Bildiride, siyasetten, siyasi partilerden beklentiler,
Türkiye’nin önemli sorunlarına yönelik seçim programlarına öneriler, farklı kesimlerin sorunları ve çözüm önerileri raporlaştırılarak kamuoyuna sunulacak.

Devlet Sırrı Suçu
Arkadaşımız Alican Uludağ yazdı:
BM Güvenlik Konseyi’nin 2001’de kabul ettiği kararla “El Kaide ve Taliban mensubu olan ya da bu örgütlerle bağlantılı kişiler” listesine alınmış bulunan Yasin el Kadı, “Beyefendinin misafiri” olması nedeniyle mahkemede “devlet sırrı” kapsamına girmiş...
Bir yazımızda, Yasin el Kadı hakkında 2013 Aralık ayında açılan soruşturmada gözaltı kararının uygulanmadığını dile getirmiştik. Bu yüzden “soruşturma gizliliğini ihlal” ve “hakaret” gerekçeleriyle hakkımızda dava açılmış.
Hem “beyefendinin misafiri”, hem de “devlet sırrı” olan birinin adını yazmışız bir kere...

Başbuğ’un Raporu ve Cemaat
Dikkatli gazete okurları, ulusal orduda Cumhuriyet ilkelerini savunanların tasfiye edilmesi sürecinin dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Nisan 2009 tarihinde Harp Akademileri Komutanlığı’nda yaptığı konuşmadan sonra hızlandığını bilirler.
O konuşmada İlker Başbuğ, dinsel cemaatlerin siyasal alanda rol almasının, modern toplumların en önemli özelliği olan kişinin birey ve vatandaş olmasının aşındığını söylemiş, toplumu kutuplaşmaya ve bölünmelere götüren cemaatleşmelerin ciddi güvenlik sorunları yarattığını dile getirmişti.
Konuşmadaki bu bölüm rastlantısal değildi. Başbuğ, ordu içindeki en güvenilir istihbarat personeline TSK’deki cemaat yapılanmasına ilişkin bir rapor hazırlattı. Bununla da yetinmedi, TSK’yi dışarıdan hedef alan kimi unsurların da saptanması için çaba gösterdi. Bunların başında da dönemin İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’in yer aldığı saptandı.
Gerek Harp Akademileri’ndeki konuşması, gerekse hazırlattığı cemaat raporu Başbuğ’u, ABD’ye sığınmış olan emekli vaizin cemaatinin hedefine oturttu. Ulusal orduyu yıpratıcı operasyonlar hızlandı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast düzenlendiği kurgusuyla da, TSK’nin en gizli birimi olan kozmik odaya bile girildi, Başbuğ tutuklandı.
Edinilen bilgilerdeki en çarpıcı nokta ise, “kasaptaki ete soğan doğramayan” yani Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı yaptığı dönemde kuruma cemaat sızmasının büyük oranda gerçekleştiğinin belirlenmiş olmasıydı. İzleyen iki yıllık süreçte de, personel ve tayin-atama şubeleri gibi yaşamsal önemdeki birimlerdeki hemen hemen tüm denetimin cemaate geçtiği de bir başka saptamaydı.
Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı dönemine denk gelen iki yılda ise saldırıya geçildi. Sicil notunun düşürülmesi ve benzeri yöntemler kullanılarak, cemaatin kendisi açısından tehlikeli bulduğu ve sayısı kamuoyunca bilinmeyen personelin YAŞ’a gerek kalmadan tasfiyesi sağlandı. Bu yöntemlerle atılamayanların da Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk davaları aracılığıyla tutuklanmaları sağlandı.
Bazı komutanlıklarda istihbarat şube müdürlükleri de devreye sokularak bir kısım personel korkutularak, tehdit edilerek sindirildi. Sindirme yöntemleri arasında, kimi bilgisunar siteleri üzerinden TSK personelinin eşlerine yönelik iddiaların yayılması da vardı.
TSK’de tasfiyeyi gerçekleştiren kadronun ordu içinde general-amiral düzeyine değin yerleşmesi karşısında ilk önlem, 2014 Ağustos YAŞ toplantısındaki görevlendirmelerle alındı.
Başbuğ’un hazırlattığı cemaat raporunun sonucuna gelince. Bu rapora dayanılarak bugüne değin hiçbir işlem gerçekleştirilmiş değil!

Asıl Amaç Sırıtıyor
Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’ndan anımsatma:
“1876 tarihli Kanuni Esasi’nin 18. maddesindeki ‘devletin lisani resmisi olan Türkçe’ hükmünden de anlaşıldığı gibi Osmanlı bile resmi dilinin Türkçe olduğunu belirtmiş. Erdoğan ise, Türkçenin yetersizliğine vurgu yaparak güya Osmanlı hayranlığını ortaya koymak isterken, bir yandan Osmanlı’yı ne kadar tanıdığını, diğer yandan amaçladığının harf devrimi öncesi Arap harfleri takıntısı olduğunu, böylece Cumhuriyet ve harf devrimi düşmanlığını çok açıkça itiraf ederek ortaya koymuştur.”

Özür
Geçen hafta pazartesi günkü köşemizde “Yeni Yıl” başlıklı yazımız teknik bir hata sonucu iki kez yayımlanmıştır.
Okurlarımızdan özür dileriz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

IMF Defteri 27 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları