İncinme Standartları

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Danıştay Başkanlığı, Metin Feyzioğlu’na “Edepsiz” diyen Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklemek için hemen açıklama yaptı: Feyzioğlu, Danıştay’daki iktidarı eleştiren konuşması ile devlet erkânının sabırlarını zorlamış, ev sahibi Danıştay’ın mensuplarını incitmiş...
Oysa...
Atatürk Orman Çiftliği’ne yapılan Başbakanlık sarayına ilişkin Ankara’daki idare mahkemeleri, koruma kurul kararı ve planlarına ilişkin hükümler verdiğinde Recep Tayyip Erdoğan çıkıp “Kimse bu binanın yapılmasına engel olamaz, kimse de bu binayı yıkamaz. Güçleri yetiyorsa gelip yıksınlar. Yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım” demiş, Danıştay Başkanlığı da susmuştu.
İstanbul 1. İdare Mahkemesi, haziran direnişlerine konu olan Taksim yayalaştırma projesine ilişkin nazım imar planı ve koruma amaçlı uygulama imar planı değişikliklerini “şehircilik, koruma kurulu kararı ilkeleri ile planlama esaslarına” uygun bulmayarak iptal etmiş, bu karar Danıştay tarafından da onaylanmış, ancak AKP’li İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş kalkıp “Altgeçit faaliyetine devam edecek. Herhalde toprak dolduracak halimiz yok” demişti. Danıştay Başkanlığı’ndan yine tıs çıkmamıştı
Demek ki; Danıştay kararları, iktidara vız geliyor tırıs gidiyor, anayasal suç işleniyor ama Danıştay Başkanı’nın sabrı hiç zorlanmıyor. Danıştay Başkanlığı, verdikleri kararların uygulanmaması karşısında Danıştay mensuplarının incinmediği kanısında ki bir açıklama yapmıyor, yapamıyor.
Öyle anlaşılıyor ki; Danıştay Başkanlığı, hukuk devletine değil, devlet erkânına saygıda kusur etmemeyi seçiyor.

Cemaat Protokolü
Başbakan’ın peşinden giden bir Cumhurbaşkanı yadırganıyor. Bu başka bir silsile. Böylesi durumlarda, devlet kuralları içinde işleyen bir protokolü esas almamak gerekiyor. İmam-cemaat ilişkisine dayalı bir iç işleyiş devreye giriyor çünkü.

Kimsin?
Gitmiş Soma’ya, incelemeler yapmış.
Şöyle bir bakmış, anlamış ne olduğunu. 150 yıl öncesinden, Emile Zola’nın Germinal’i yazdığı yıllardan örnekler veriyor.
Madenci dediğin ölür zaten. Madencinin oğlu madenci olur, o da ölür. Kaderleri, yaradılışları öyledir; sürekli ölür onlar. Böyle demeye getiriyor...
Bilmediği şey yok zaten. Biz kimiz ki hem? Hep dediği gibi, “Sen kimsin?”
Yanmış gitmişsin, ölmüş gitmişsin, sen kim oluyorsun da ölümünle ve de ölünle bana karşı çıkıyorsun?
Ağzına biber gazı sıktırırım, kanserden ölür gidersin. 15 yaşında madene gömerim, kavrulur gidersin. Ellerimle dayak atarım, yanağında beş parmak, çeker gidersin...
Benim polisim sopalar, benim müşavirim tekmeler, benim vatandaşım satırlar; cehenneme yollanırsın.
Ben benim, sen benim, o benim, her şey benim...
Sen kimsin?

Kaza Kader Değildir
Madenciler, maden mühendisleri, maden işçilerinin bildiği kesin bir olgu vardır:
Maden kazaları kesinlikle kader değildir. Her maden kazasının ardında bir savsaklama, kusur, kaçak, kaçınma vardır. Hatta, insan yaşamından tasarruf vardır. Kazaları kötü koşullar yaratır. O kötü koşulları da daha çok kârı hedefleyen işverenler yaratır. Daha çok kâr da maliyetleri düşürmekle olur.
Son Soma katliamının sorumlusu da hiç kuşkusuz o rödevans sahasını işleten işverendir, o işverene o alanı işlettirip kömürü daha ucuza alan Türkiye Taşkömürü Kurumu’dur, o kurumun bağlı bulunduğu Enerji Bakanlığı’dır ve o işyerindeki çalışma koşullarını denetlemeyen Çalışma Bakanlığı’dır.
Trafolara doğru dürüst bakılmamış ki, patlama olmuş. Eski üretim alanlarından kaynaklı ölçülmemiş bir grizu birikimi varmış ki, alevler yüzlerce emekçimizin canlarını kavurmuş.
Bundan sonra ne olur?
Geçmişte uzun süre yaptığım işçi muhabirliğim boyunca birçok maden kazasını izledim. Edindiğim deneyimden bilirim ki; maden kazalarından sonra olan, yalnızca ölen işçilere ve yakınlarına olur. Şimdiye değin bir ölümlü maden kazasından sonra hakkında adamakıllı hesap sorulan ne bir işveren, ne bir yüksek bürokrat, ne de bir siyasetçiye tanık olduk. Siyasetçiler sahte ağlakçı suratlarla konuşur, bürokratlar hiçbir sonuca varmayacak soruşturma dosyaları doldurur, işverenler dağıttıkları para ile işin içinden sıyrılır, işçiler de öldükleri ile kalırlar.
Düzen değişmez, değişmedikçe düzen...

Edebiyat
Yürütürken elin çok hafif ve de zarif olacak. Örneğin, paraları edebince sıfırlayacaksın.
Her gün kaşık kaşık içtiğin yolsuzluk çorbası terbiyeli olacak. Töreye uyup tek başına yutmayacaksın çanaktakini, çevrene de azcık koklatacaksın. Yerken bir asaletin olacak, lekenin üstüne başına bulaştırılmasına izin vermeyeceksin, ahlakına toz kondurmayacaksın.
Görgülü olacaksın. Saat aldıysan hediye, kolunu sallaya sallaya dolaşmayacaksın yolda, belde.
Kasaları adabına uyarak dolduracak, dolarları istiflerken yol yordam bileceksin.
Ezelden gelip ebediyete doğru aktığını sandığın güç sahipliğin sonlandığında da delikanlı olup kaçacaksın, edebinle...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

IMF Defteri 27 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları