Kılıf Karar

27 Ocak 2014 Pazartesi

Aziz Yıldırım’ın şikeden ve çeteden hüküm giymesine yol açan Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin gerekçesini okuduk. Gerekçede; öğreti ve uygulamaya göre, “kuvvetli şüphe”nin “eldeki delillere göre yapılacak yargılama sonunda sanığın mahkûm olma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğu şüphe hali” olarak kabul edildiğinin altı çiziliyor. Gerekçede ayrıca; telefon dinleme, gizli soruşturmacı ve muhbir kullanma, teknik izleme ile elde edilen kanıtların yargılamada kullanılmasında ve verilen mahkûmiyet kararında bu kanıtlara dayanılmasında bir “isabetsizlik” olmadığı vurgulanıyor.
Türk Hukuk Kurumu Başkan Yardımcısı Hakkı Süha Okay, telefon dinlemesi tapeleri, teknik takip bilgileri, gizli tanık ifadelerinin ancak başka kanıtlarla kesin ve inandırıcı olarak belirlenmesi halinde adil yargılanmadan söz edilebileceğinin gündemde olduğunu belirterek Yargıtay’ın Aziz Yıldırım kararının gerekçesini şöyle yorumladı:
“Yargıtay 5. Dairesi’nin cemaate yakın kesiminin apar topar bu kararı vermesinin ardındaki asıl neden, bundan sonraki davalarda esas alınabilecek bir içtihat yaratarak Ergenekon ve benzeri davalarda kurulacak hükümler için kılıf hazırlama çabasıdır.”

Küreselleşmenin Krizi
Prof. Fuat Keyman ve Onur Sazak, TÜSİAD’ın Görüş dergisinde yayımlanan makalelerinde, küreselleşmenin derin bir kriz içinde olduğunu dile getiriyorlar:
“Küreselleşen dünya, sadece ekonomi değil, güvenlik, enerji, iklim değişikliği, gıda, açlık, yoksulluk, dışlanma vb. kriz alanlarıyla yüz yüze. Küreselleşmenin tek değil ‘çoklu krizi’ söz konusu.”
1996 yılının bahar aylarında bilim insanları ile yaptığımız söyleşiler ile “küreselleşme”nin, daha açık anlatımıyla sermayenin sınır tanımaz özgürlüğe kavuşmasının “emperyalizmin yeni masalı” olduğunu vurgulamaya çalıştığımızda bize “uçuk, marjinal” diyenler çoğunluktaydı. Küreselleşmeyi “emperyalizm” ile bağdaştırmaktan özenle kaçınan solcu “bilge”ler bile çıkmıştı. Küreselleşme; o dönemde, önünde durulamaz bir süreç, her derde deva bir ilaç, hatta bir devrim olarak algılatılmak isteniyordu. Başını sermaye çevrelerinin çektiği “küreselleşmeci”lerin peşine, “artık emek-sermaye çelişkisi kalmamıştır” diyebilecek kadar sersemlemiş işçi liderleri de takılmıştı.
Aradan geçen zaman, emperyalizmin azgınlaşması olduğu besbelli küreselleşmeyi dünyanın kurtuluşu gibi gösterenleri bile açlık ve yoksulluktan söz eder hale getirdi. Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul olduktan sonra sermaye bugün “çoklu kriz”e girmiş! Vah vah, çok üzüldük...
Bu arada; dünya halkları etnik kavgalarla boğazlaştırılmış, çocukların ellerine silah verilip savaştırılmış, anneler öldürülmüş, uluslarına yurtlarına saldırılmış, yüz binler yaşamını yitirmiş... Dincilik kabartılmış, toplumların geleceği bataklığa atılmış, uygarlıklar karartılmış, hayvanlar ve bitkilerle birlikte biricik yaşam alanımız olan dünya kirletilmiş...
Kimin umurunda?

Yok Edilen Kimlik
Mektup, Hereke Sosyal Yaşamı Geliştirme ve Kültür Derneği Başkanı Ömer Faruk Gürpınar’dan geliyor:
“Hereke beldesi Osmanlı’dan devir aldığı ülkenin en eski fabrikası, dünyaca ünlü halı markası, Cumhuriyet aydınlanmasının yarattığı fabrika-kent modeli, oluşturduğu sosyal ve kültürel yapı, 200 yıllık tarihi binaları, Bizans kalesi, tarihi köşkleri, 30 bin nüfuslu 7 mahallesi, üniversiteye bağlı okullarda eğitim gören 6 bin 500 öğrencisi ile belediyesi kapatılan önemli bir beldedir.
Ne yazık ki iktidar partisinin bu acımasız kent ve kent kimliğini yok etme kararlarına muhalefet partisi temsilcileri de çok duyarlı değil.”

Sol Seçenek
Ankara Ortak Sol Aday Meclisi’nin Ankara Belediye Başkanlığı için belirlediği aday Kaya Güvenç, “belediye” sözcüğünün iki ayrı kesim açısından iki ayrı anlam taşıdığı kanısında:
“Emekçi halk için, belediye denince aklımıza yaşam alanlarımız gelir. İşe gidip geldiğimiz, iş aradığımız, dinlendiğimiz, eğlendiğimiz, dostlarımızla, komşularımızla yaşamı paylaştığımız, parklarında oturduğumuz alanlar gelir. Onun için aydınlık olsun isteriz bu alanlar. Kentler bizimdir.
Belediye denince egemenlerin iktidarının ve onların beslediği yandaş patronların akıllarına ise arsa rantları gelir, insanların en temel ihtiyaçlarının metalaştırılması gelir, kâr gelir. Onlar için kentli; müşteridir, kent bir AVM’dir. Biz marka kent olmaya da bir markanın kenti olmaktan başka bir markanın kenti olmaya da itiraz ediyoruz.”
Güvenç, ne amaçladıklarını da birkaç kısa tümce ile özetliyor:
“Yeni liberal düzenin belediyecilik anlayışını sona erdirmek için çalışıyoruz. AOÇ’yi tarihsel kimliğine, ODTÜ yolunu yeniden ormana dönüştürmek için çalışıyoruz. AKP’yi her alanda geriletmek için çalışıyoruz. Sağa karşı sol seçeneği yaratmak için çalışıyoruz. Karanlığı aydınlığa çevirmek için çalışıyoruz.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

IMF Defteri 27 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları