‘Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri’

14 Ocak 2024 Pazar

Sevgili okurlarım biliyorum pek çoğumuz demokrasi varmış gibi yaşadığımız şu güzelim ülkemizde partilere, sivil toplum kuruluşlarına inancımızı yitirdik. Pek çoğumuz içimizden belki “Bu ülkede olumlu hiçbir şey olmaz” diyoruz. Derin bir kayıtsızlık, her şeyi kabullenme hali ülkemizi bir kara bulut gibi sardı. Artık ne yükselen dolar ve Avro ne de her an değişen gıda fiyatları bizi şaşırtıyor. Kadın-çocuk cinayetleri artık gazetelerin üçüncü sayfasında küçücük bir haber. Anaokullarına bile giren imamlar, din adamları çocuklarımızı korkutmaya, gülmeyi bile yasaklamaya başladılar. Çıtımız çıkmıyor! Bazen ciddi ciddi düşünüyorum acaba birileri bu ülke topraklarına uyuşturucu bir şey mi attı? Hayır uyuşturucu filan atıldığı yok. Biz cümleten 20 yıl önce başlayan bir karşıdevrimin, bunu küçümsemenin, “Bize şeriat gelmez” diye böbürlenmenin bizi getirdiği bir noktada öylece uyuşmuş gibi duruyoruz. Topraklarımızda yabancı şirketlere 2 bin 600 maden çıkarma ruhsatı verildiğinde ayran budalası gibi aval aval baktık. Ormanlarımız, zeytinliklerimiz gitti! Aldık mı ağzımızın payını? Kamuda türbanla çalışmayı bir demokratik hakmış gibi savunanlar oldu. Şimdi türbanlı bir hâkim bir davama girdi, benden yana olmayacağı çok açık ve seçikti. 

Neyse yeteri kadar canınızı sıktım. Öyleyse biraz da şu yaşadığımız dünyada neler oluyor ona bakalım. Her yerde yürüyüşler, kitlesel protesto eylemleri artık sürdürülemez olan vahşi kapitalist sistemi sarsmaya başladı. Bildiğimiz kadim bilgiler artık pek işe yaramıyor. Örneğin artık geçmişte tanımlanan “işçi sınıfı” yok. Teknolojinin inanılmaz hızı, yepyeni bir işçi sınıfı oluşturdu. Artık kapitalizmin yeni köleleri onlar. Asıl isyan onlardan geliyor. Örneğin Hamburg’da on binlerce insan, çalışan, işsiz, çiftçi kapitalizmin uşaklarını protesto ediyorlar. Oralarda yapılan bir eylemin videosunu izledim. Yüzlerce kişi kendilerini kül çuvalına sokup birer zombi haline dönüştürmüşler. Kentin sokaklarında zombiler yürüyor. O zombiler tıpkı George Orwell’in 1984 kitabındaki gibi sabit bir noktaya bakarak yürüyorlar. Neşe, aşk, sevgi, cesaret, özveri, vicdan onları terk etmiş; yaşayan ölü onlar. Yürüyorlar ve birdenbire biri soyunmaya başlıyor, sonra da ötekiler; rengârenk tişörtleriyle, rengârenk donlarıyla kalıveriyorlar ve içlerindeki ölü bir çığlık atarak uyanıyor; birbirlerine dokunmaya başlıyorlar ve usul usul özgürleşiyorlar. Açın yabancı kanalları çiftçilerin devlet binaları, kiliseler önlerine bıraktığı havyan dışkısı dağlar gibi. Trafik felç. Ne olmuş? Mazota üç kuruş zam yapılmış, bütün ülke ayakta!

Şimdi gene gelelim ülkemize, unutulmaz kitle eylemlerine. 1991 yılındaki Büyük Madenci Yürüyüşü’nü kim unutabilir? 15-16 Haziran 1970 İşçi Ayaklanması’nı kim unutabilir? 

Gezi’yi kim unutabilir? Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü’nü kim unutabilir? Ben, en güvendiğim Kürt siyasetçi Ahmet Türk’ün Kılıçdaroğlu’yla yan yana yürüdüğünü gördüğümde gerçekten yepyeni bir Türkiye umut etmeye başlamıştım. 

Dün Onat Kutlar’ı ve Türk Sinemateki’ni anlatan bir belgesel izledim. Adı: “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar” Epey ağladım. Ve belgeselin adı gün boyu bana eşlik etti: “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri...” Evet burası Anadolu’dur ve Anadolu nice kendini ölümsüz sanan tiranlığın yıkılıp gitmesine tanık olmuştur. Yeniden ayağa kalkabiliriz, içimizdeki öfke ve inançla özlemini çektiğimiz “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri”ne dönebiliriz! Evet, dönebiliriz! 

Yazarın notu: Sevdiklerim birer birer göçüp gidiyor. Son göçen şair Süreyya Berfe’ydi. Gençliğimin, orta yaşlılığımın ve kocamış ömrümün dostuydu. İzninizle onu yıllar önce yazdığım ve Sessizlik ve Sırdır Ötesi kitabımda yayımlanan bir şiirimle uğurlamak istiyorum. Şiirdeki şair odur.

O ZAMANLAR BİZ GÜZELDİK

Fena yakalandım/ telefondaki ses “Amelia Rodriges” öldü/ dediğinde, uzun zamandır kuşandığım/ beni benden gizleyen o maske/ paramparça oldu/ fena yakalandım.

O zamanlar biz güzeldik/ o sobalı evde/ Amelia dinlediğimiz o Feneryolu’ndaki evde/ biz güzeldik/gözlerimiz parlaktı/ çünkü inanırdık,/ hayata aşka kardeşliğe/ dostluğa inanırdık/ sobanın üstünde her zaman/ bir çaydanlık dururdu/ çay içer Birinci tüttürürdük/ paramız yettiğinde rakı olurdu masamızda/ bir de çiroz/ ondan vazgeçmezdik. 

Süreyya yeni dönmüştü/ karı, boranı ve muhtarı/ dilimize dolanan/ o uzak dağ köyünden/ bütün rüzgârları/ bütün türküleri/ bütün mutlu delileri/ tek tek bellemişti/ o anlatırken/ Ameila nice ölümlerden/ nice acılardan/ geçmiş sesiyle/ ona eşlik ederdi/ işte o zaman/ ayazda ayakları üşümüş çocuklar/ yolu gurbete düşmüş erkekler/ siyahı aşk bilmiş kadınlar/ kimsesiz dağ başlarını yurt bellemiş kaçakçılar/ sessiz çığlıkları işkence görenlerin/ Mayo Meydanı’nın beyaz eşarplı anaları/ dünyanın bütün sürgün şairleri yolu hiç şaşırmadan/ Feneryolu’ndaki o sobalı eve gelirdi. 

Her zaman teselli eden/ bir şeyler vardı/ sobanın sıcaklığında/ Birinci’nin sert tütününde de vardı/ bizim saf inancımızda da o zamanlar biz güzeldik. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları