Bir grup arkadaşımla destek için gittiğimiz İskenderun’da kadınlar haykırıyor: Ölmedik buradayız

14 Mart 2023 Salı

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Sabahın ilk saatleri İstanbul’dan TKP’li kadınları getiren otobüs beni de aldı. Otobüste her meslekten, her yaştan 34 kadın var. Avukatlar, doktorlar, öğretmenler ülkenin çeşitli yerlerinden gelmişler hemen hepsi canla başla işlerini yapmaya çalışıyor. Onlara baktıkça kendi gençliğimi anımsıyorum, söylemeden geçemeyeceğim otobüsteki en yaşını başını almış kadın benim. İstikamet Kahramanmaraş, daha sonra Adıyaman ve İskenderun! Yolumuz epeyce uzun. Neyse ki otobüste her koltuğun altında elektrik prizleri var. Elektriğin olmadığı deprem bölgesinde telefonları, bilgisayarları şarj etmek gerçekten epey zor. Ayrıca şoförler kestirme yolları bilmiyor, önde oturan iki kişi navigasyon yardımıyla yol bulmaya çalışıyor. Ama ne yazık ki, yollar enkazlarla kapalı, haritalardaki hiçbir hastane, okul, hükümet binası yerinde değil. Resmen el yordamıyla ilerliyoruz.

KEL BAŞA ŞİMŞİR TARAK!

Neyse iki saat sonra depremin merkezlerinden biri olan Pazarcık görünüyor. Burada bir ilçe var mıydı? Burada yaşayanlar var mıydı? İlk kez kendi kendime bu soruları soruyorum çünkü Pazarcık’ta belediye binası dahil hiçbir resmi bina ayakta değil. Camilerin yemyeşil türbeleri pat diye yola düşmüş, tuhaf bir görüntü oluşturuyor. Yol boyunca çadır kentler var ama çadırlar öyle dayanıksız bir kumaşla yapılmış ki, ilk yağmurla gidici ve her yer çöp! Bu arada Kahramanmaraş Belediyesi çadır kentlere elektrik sayacı koymuş, yani kel başa şimşir tarak!

Neyse yolda yarısı yıkılmış bir benzin istasyonunda mola veriyoruz. Tam orta yerde kocaman bir dondurma dolabı var, dondurma insanı gülümsetir hemen iki top dondurma alıyorum. Kızlar benim bu davranışıma şaşkınlıkla bakıyor.

Pazarcık ansızın bitiyor ve bir oylamayla Maraş gitmemeye karar veriliyor. Çünkü kentin sokaklarına girmek mümkün değil ve bizleri Adıyaman’da, İskenderun’da bekleyen kadınlar, çocuklar var. Doğrudan Adıyaman’a sapıyoruz ben bu arada telefondan Kahramanmaraş depremlerine bir göz atıyorum. Vay canına... Bu kadim kent kurulduğundan beri depremlerle sarsılmış en son 1795’te kenti haritadan silen bir deprem yaşanmış. Cumhuriyet döneminde Kahramanmaraş’ı yeniden düzenlemek için çağrılan mimarlar halk arasında adı “Garamaraş” olan bölgede kazı yaptırmışlar ve 12 metre aşağıda bir önceki depremlerde yok olan kentin kalıntılarını yetkililere göstererek bu bölgeye imar izni verilmemesi gerektiğini söylemişler. Ayrıca Garamaraş bölgesi çok büyük üç fay hattının kesiştiği yerde. O zamanlar bilim adamlarına güvenen belediye başkanları varmış ve bölgede imara izin verilmemiş. Daha sonra Refah Partili Belediye Başkanı “Allah ne istiyorsa o olur” diyerek bölgeyi imara açmış ve arkası gelmiş. Önce iki katlı evler sonra yedi katlı sonra da rezidanslar yapılmış. Maraş’ta epeyce etkin olan tarikatlar kooperatifler kurarak kendi insanlarına bu evleri satmışlar. Bölgeye Alevi aileleri almamışlar. Şimdi tam fay hattının üstündeki bu yerde yıkılmayan ev kalmamış ve yaklaşık 15 bin kişinin öldüğü söyleniyor.

CEM EVİNİN BAHÇESİNDE

Epeyce uzun bir yoldan sonra Adıyaman’da Pir Sultan Cem Evi’nin bulunduğu bölgeye geldik. 8 Mart’ı kutlamak, sorunlarını konuşmak için buluştuğumuz depremden etkilenen kadınlar bizi alkışlarla karşıladı. Aracımızdaki erzaklar o bölgede görevli gencecik TKP’liler tarafından boşaltılıp korunaklı bir bölgeye alındı. Ve masalar kuruldu, hepimiz bir sandalyeye çöktük ve depremin acılarına, yıkımlara tanıklık eden kadınlarla konuşmaya başladık. Otobüsten inmeden önce daha önce bölgede bulunmuş olanlar bizleri uyardı:

“Sakın ağlamayın! Çocuklara nasılsın diye sormayın? Konuşmayan olursa asla zorlamayın!”

Ne konuşacağız? Neyse ki benim yanıma benim gibi sigara tiryakisi olan Fatma Hanım düşmüş. Sigaramın kokusunu şöyle bir içine çekip, “Sen Adıyaman tütünü sarma sigara içiyorsun, seni Allah gönderdi ver bir tane” dedi. Hemen uzattım ve anlatmaya başladı. Ailecek tütün işiyle uğraşıyorlarmış ama bu deprem tütünleri de alıp götürmüş, şimdi kendisi için bile tütün kalmamış. Kardeşi Antakya’dan market sigarası getirmiş o da hiçbir şeye benzemiyormuş. Söz tütünden açılınca ben de “Benim bildiğim tütün ekiminin kotası iktidar tarafından iyice düşürüldü, on kişi kadar da yasak tütün üretmekten içeriye alınmıştı, onları bıraktılar mı?” diye sordum. Sigarasından kuvvetli bir nefes alarak “Nerede, bu iktidar market tütününü bize tercih ediyor. Onlar hâlâ içeride!”

Söz artık onlardaydı... Kendi evleri yıkılmamış ama akrabaların evleri yerle bir olmuş, bu nedenle herkes onların evinde yaşıyormuş. Ama nasıl yaşamak yemek yapmak için, tuvalet, banyo için eve girip koşarak çıkıyorlarmış. Geceleri evlerinin önündeki çadırda uyuyorlarmış. Fatma Hanım “Bu böyle gitmez!” diye eliyle masaya bir yumruk indiriyor. O sırada oğlu Yusuf koşarak gelip annesine sarılıyor. O da oğluna sarılıp bana dönüyor, “Bu, eskiden sokaktan eve girmezdi şimdi hep bana sarılıp duruyor.” Yusuf bu sözleri duymazlıktan gelip annesine daha sıkı sarılıyor.

AY BULUTTAN ÇIKTI

Bölgede sadece semt evinde ve bakkal dükkânında elektrik var. Hava bulutlu, ay bulutların içinde kaybolmuş, birden 9-10 yaşlarında iki kız, üç erkek çocuk ellerinde yıkıntıdan kurtardıkları müzik aletleriyle şarkı söylemeye başlıyor. Şarkının sözlerini duyamıyorum ama onların heyecanlı yüzleri öyle bir ışık saçıyor ki, ansızın ay bulutların arasından sıyrılıp tüm ışığını üstümüze boca ediyor.

‘GENÇLER ÇEVREMIZI KUŞATTI’

Çaylarımızı içtik artık yola çıkma zamanı. Çünkü İskenderun’a geç kalacağız. Kaldık da. Ve ortalık bir süre sonra kapkaranlık oldu. Sönük birkaç ışık o kadar. Sadece, gece de çalışan iş makinelerinin bulunduğu yerler aydınlık. Sanırım jeneratör çalışıyor. Issızlığın ve karanlığın içinde ilerliyoruz. Saat olmuş on. İskenderun’da ara sokaklarda, yıkıntılar arasında güçlükle ilerleyip TKP’nin semt evine varıyoruz. Semt evi Şükrü Bakkal’ın deposu. Bakkal dükkânı ve depo yıkılmamış. Kadınlı erkekli bir kocaman grup altıdan beri bizi bekliyormuş. Araba sokağa girdiğinden en önde çocuklar bir alkış koparıyor. Geç kaldığımız için özür dileyip otobüsten iniyoruz. Çevremiz kadınlarla, gençlerle kuşatılıyor. Bir yandan da arabadaki erzaklar, koliler indiriliyor. Hepimiz adına bir arkadaşımız 8 Mart’ı anlatan kısa bir konuşma yapıyor ve çevredeki kadınlar haykırıyorlar: “Biz ölmedik buradayız! Daha nice kardeşçesine 8 Mart’lar kutlayacağız!” O kadar tembih edildi ama ben artık ağlıyorum.

‘EKTİĞİMİZ TOHUM TUTMUŞ’

Ve gözyaşları içinde ben yaşta bir adam “Bir şeyler söylememe izin verin” diyor. “Yıllardan beri devrimci mücadelenin içindeyim, hep kendimi sorgulardım ‘Ne yaptık?’ diye ama bugün gördüm ki, biz bir tohum ekmişiz ve bu tohum tutmuş, giderek büyüyor.” Bende gene bir ağlama.

NOT: Sevgili okurlarım bölgede o kadar çok acı hikâye bir o kadar da umut verici dayanışma var ki. Daha başka tanıklıklarda buluşmak dileğiyle yazıma son verirken her zaman yinelediğim bir gerçeği haykıracağım: “Burası Anadolu ve bizler mucizeler yaratmayı bu topraklarda öğrendik!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları