Değişimin muhteşem çekiciliği

23 Temmuz 2023 Pazar

Yunanlı şair Riços’un “Alışkanlıklar da Değişir” şiirini çok severim. Şiirin başlığı bile insanı heyecanlandırır; çünkü değişimden söz eder; insanın en mükemmel yanından, sürekli kendini yenilemesinden, sözün kısası sürekli kendini sorgulayıp yepyeni varoluş nedenleri bulmasından.

Bazıları kurum kurum kurumlanarak yaşamları boyunca hiç değişmediklerini söylerler. Yirmi yaşında ne düşünüyorlarsa kırk yaşında da aynı şeyleri düşündüklerini, aynı işi yaptıklarını pek bir övünerek anlatırlar. Şu hızla değişen dünyamızda değişmemekle övünmek ne kadar doğru ya da ne kadar önemli? Bu ağır bir tartışma konusu; başka bir yazıya kalsın; biz değişime uygun ilerleyeyim.

Bilmem ki kaç kişi farkında, hayatımızın büyük çoğunluğunda alışkanlıklarımız bizi yönetiyor! Alıştığımız için artık sevmediğimiz biriyle birlikteyiz, alıştığımız için sevmediğimiz bir işi yapmayı sürdürüyoruz. Alıştığımız için hep aynı tatil yerine gidiyoruz. Alışkanlığın tatlı, bildik, güvenilir rehavetine kapılmamış insan yok gibidir. Alışkanlık güvendir. Alışanlıklarımızı değiştirmek ise her şeyden önce riski göze almaktır. Biraz gözü karalıktır. Yepyeni varoluş biçimleri bulmak, güven gibi bizi besleyen en önemli ikinci duygu olan merakın peşinden gitmektir.

Bütün risklerine rağmen yeryüzünde insanlar hızla değişiyor. Bir banka üst düzey yöneticisi, bir sabah kalkıp, bütün işlerini bırakarak okyanus kıyılarında sörf hocalığı yapmaya başlıyor. Bir maden mühendisi, madenlerin başka bir büyüsüne kapılıp kuyumculuğa soyunuyor. Hayatını çocuklarına adamış bir kadın, ellisinden sonra eline fırça alıp bal gibi ressam oluyor.

Neden değişiyorlar? Sıkılmak, yorulmak, mutsuzluk, tahammül edememek ve hepsinden önemlisi yeni bir şeyleri özlemek ve bunun peşinden gitmek. Yeni bir iş, yeni bir hobi, yeni bir ev, yeni bir sevgili... Yeter ki isteyin ve değişime açık olun.

Şimdi sizlere kendime de örnek olsun diye bu işi başaran iki dostumdan söz etmek istiyorum. Dostlarımdan biri hayatını dişçilikle kazanıyordu. Çok sevdiği heykel işini yapamıyordu. Büyük kentlerdeki karmaşayı sevmiyordu. Üstelik evliliği kötü gidiyordu. İşyerini kapattı. Eşine boşanmak istediğini söyledi ve dostça ayrılmayı başardı. Ardından kendine Toros Dağları’nın sakladığı köylerden birinden küçük bir ev aldı, orada yaşamaya başladı. Yıllardır orada o köy evinde heykel yapıyor. Geçimini böyle sağlıyor. Çok mutlu ve onun bu münzevi hayatına destek olan, aynı duyguları paylaştığı bir sevgilisi var. Bir de oğlu. Heykel yapmanın dışında en sevdiği şey oğluna vakit ayırmak. Bunun için de yeterince zamanı var. İstanbul’dayken mide ve bağırsaklarından şikâyet ederdi. Bunların hepsi geçti ve çok genç gösteriyor.

İkinci dostum, bir kadın, başarılı bir psikiyatrist. Muayenehanesi her gün dolup taşıyor. Kendisi için yapabildiği tek şey teras dolusu çiçeklerine bakmak, sulamak. Eli mübarek denilen cinsten, ot ekse ağaç olanlardan. Hastaları çok zengin ve çok mutsuz ev kadınları.

Peki ne oluyor? Arkadaşım bir gün deliriyor ve hemen aşağıdaki çiçekçiyi çağırıyor, teras dolusu çiçeğini adama satıp o gün muayenehanesini kapatıyor ve devlete başvurarak Aliağa bölgesine doğru gönüllü psikiyatrist olarak yola çıkıyor. Ben “Sana ne oluyor?” dediğimde de “Olması gereken oluyor” diyor: “Yıllardır mutsuz, canı sıkılan ev kadınlarının sorunlarını dinlemekten bıktım. Şimdi gerçekten sorunlarını dinlemekten ve çözmekten keyif alacağım insanların yaşadığı bir yerde, her şeye yeniden başlıyorum.”

Başladı da. Ve çok mutlu. Bu arada dalmaya da merak sardı. Kısa bir tatil mi var. Hemen denize koşup mavilere dalıyor.

Ben ne yapıyorum? Şimdilik kırık ayağım izin vermediği için köşemde oturup hayal kuruyorum: Şeker fabrikalarını, kâğıt fabrikalarını, elektrik ve doğalgazı yeniden kamulaştıran; “Doğalgazı neden Avrupa devletlerinden pahalıya alıyoruz” diye soruşturan; yabancılara havaalanı, liman ve toprak satışını yasaklayan; yakılmış orman alanlarına otel yapılmasına katiyen izin vermeyen; yüzlerce makam arabasını dolaşımdan çeken ve onların yakıt paralarını çiftçilere ödeyen; sağlık sistemini yeniden düzenleyen; kadın şiddetine gerekli cezaları veren; gazetecileri, aktivistleri anında cezaevlerinden çıkaran; emeklilere ölmedikleri için “tu kaka” demeyen; adaleti ve laikliği en yüce değer sayan bir hükümet düşlüyorum. Çok mu şey istiyorum? Yoksa ben devrim mi düşlüyorum!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları