Gene Karamsarım

12 Nisan 2015 Pazar

Ben bir öğretmen kızıyım. İktidar eliyle yapılan öğretmen kıyımları her seferinde bana annemin ölümünü bir kez daha anımsatıyor. Ve şu işe bakın, Nurhak’ta öğretmenlik yanpan Çilem Sakine Coşkun, çocukların yaptığı kardan kadını öyle sevmiş ki, onunla fotoğraf çektirmiş. Sen misin bunu yapan, hemen hakkında soruşturma başlamış, “toplum değerleriyle örtüşmediği için”. Bunlar neşeyi sevmiyorlar, hayatı sevmiyorlar, sevdikleri tek şey para ve ölüm! 

Siz bu satırları okurken ben Çorum’da Hititlerin başkenti Hattuşa’da dolaşıyor olacağım. Kendimi yollara vurduğum söylenebilir ve gezip gördükçe tuhaf bir karamsarlık her yanımı kuşatıyor. İşlerin Twitter, Facebook paylaşımlarından çok farklı olduğunu hissediyorum. Öncelikle bütün kentler birbirine benziyor ve yeşil ülkeyi terk etmiş gibi. Sadece yeşil mi? Merhamet de ülkeyi terk etmiş ve vasatlık bir virüs gibi yayılıyor. Dedim ya, karamsarım, bugünlerde belleğim birbiri ardına hep aynı görüntüleri, hep aynı sesleri katı bir inatla bana anımsatıyor. Yugoslav yönetmen Emir Kusturica’nın yurtseverlik adına yaratılmış bir destan niteliğindeki Underground (Yeraltı) filminin pek çok karesi ve özellikle de sonu, yürürken, çiçeklerimle uğraşırken ansızın aklıma düşüyor. Bir güzel yurt, yeryüzünü yöneten ve asla doymayan büyük şirketlerin inanılmaz oyunlarıyla parçalanıyor. Öylesine ağır bir iç savaş yaşanıyor ki, kardeş kardeşin kanında boğuluyor ve bütün güzel ölüler, parçalanmış bir yurt için en içli ağıtlarını yakarken film bitiyor. Ve Yugoslavya artık paramparçadır ve her bir küçük parça da büyük şirketler ve emperyalist devletler için daha kolay bir lokmadır.
Aksaray’da bir ev geliyor aklıma ansızın. Ölüm oruçları nedeniyle bedenleri ve bellekleri sakatlanmış pek çok genç, bir sedire sıralanmış. Umutsuz, kara bir gün. Bu sakatlıklar onları bırakmayacak. Yaşamları bir yarı ölü yaşamı olacak artık. Peki bu gencecik insanları dünyanın en anlamsız eylemi olan ölüm orucuna başlatanlar nerede? Ölüm oruçları sonunda yitirilen bellekler, yitirilen yaşam sevinci, yitirilen bedenler onların değil. Başkaları, hep başkaları bir bedel ödüyor ve hiç sormuyorlar; neden ben?
Van’dayım, görkemli Van Kalesi’nden vadiyi ve Van’ı seyrediyorum. Çevrem bana rehberlik yapmak için birbirleriyle kıyasıya dövüşen çocuklarla dolu. Öylesine çoklar ve öylesine yoksullar ki, vadinin güzelliği bile canımın acımasını geçiremiyor. Bu çocuklar bir zamanlar at sırtında rüzgâr gibi koştukları, koyunlarını, öküzlerini güttükleri yurtlarından göç etmeye zorlandılar ve kent onları hiçbir biçimde kabul etmedi, şimdi umut Van Kalesi’ne tek tük de olsun gelen turistlerde. Peki Kürt işadamları nerede? Alınan milyar dolarlık teşvikler nereye gitti? İstanbul’da yedi gün yedi gece, cümle âlemi doyuran ve tüm magazin basınında yer alan düğünleri yapanlar kimler? Yurtdışına kaçmış ve mülteci oldukları için korkusuz ve sıkıntısız bir yaşam sürenlerin bu çocuklar umurları mı? Hakkâri’deyim, çoğu “bir kilo toz, bir otobos” kuralı gereğince kurulmuş tam kırk beş kuyumcu dükkânı saymışım. Bir dakika, bu kuyumculardaki altınlar öyle on sekiz ayar filan değil, bütün bilezikler, kemerler, kolyeler hepsi yirmi dört ayar. Bir kıza dokuz kilodan az altın takmak ona hakaret etmeye geliyor, icabında silahlar konuşabilir. Kuyumcu dükkânlarının önünde mendil satan, su satan ve dilenen çocuklar... Ve her yerde göze çarpan bir uyuşturucu kullanımı. Bu çocuklar için kim, ne üretiyor? Bir Türkiye partisi olmaya çalıştığını söyleyen HDP’nin bu çocukların daha iyi yaşamaları için ürettiği politikalar ne? Bölge halkı için ürettiği politikalar ne? “Yaşasın Apo!’’ diye bağırmak bu çocukların hayatını değiştirebiliyor mu?
Gerçekten bugünlerde çok karamsarım. Davası uğruna ölüme giden genç insanlar içimi yakıyor. Ve gene malum zattan bir balkon konuşması dinlemeye hiç dayanasım yok. Belki de bu karamsarlığın nedeni, demokrasinin, seçimin bir oyuna dönmesi hali. Bir de gençlerle konuşuyorum ve artık siyasette inanmadıkları için oy vermeyeceklerini söylüyorlar. En acısı da bu. Geçen mahalli seçimlerinde nabız yoklamak için Gaziantep’e gitmiştim, orada Tayyip Erdoğan’ın mitingine koşan, onunla birlikte Berkin Elvan’ın annesini yuhalayan kadınları gördüğümde dehşete düşmüştüm ve seçim öncesi acayip karamsardım. Şimdi gene aynı karamsarlık beni buluyor. Ne diyeyim, şu Meclis aritmetiği değişecek mi? Ben HDP’yi barajı geçmiş gösteren araştırmalara oldukça tedirgin bakıyorum. Bu, Meclis aritmetiğinin değişmesini istemeyenler için bir dayanışma nedeni olabilir? Dilerim ben yanılırım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları