Küçük mülteci neler anlattı?

24 Haziran 2015 Çarşamba

Her zaman hayatın bana cömert davrandığını düşünürüm, “Acıysa acı, ölümse ölüm, sevinçse sevinç, aşksa aşk, hepsinden nasibimi aldım” derim. Büyük konuşmuşum; Filistinli küçük bir mülteci kızın yüzündeki hüznü, çaresizliği gördüğümde acılarım, hüzünlerim kül oldu gitti. Olduğum yerde donup öylece kaldım.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu. O, işgal altındaki Filistin’de doğmuştu. Hayata her çocuk gibi sevinç çığlığı atarak başlamıştı. 10 aylık olduğunda babası terörist suçlamasıyla İsrail zindanlarına konulmuştu, annesinin o gün sütü kesilmişti, küçük mülteci kız o gün ilk kez açlık nedir bilmişti.
Küçük mülteci kız, 3 yaşına bastığında annesi, dayıları, teyzeleriyle birlikte yola koyulmuştu. Annesi en çok onun için yeni bir yurt istiyordu, aşağılanmadan yaşayacakları yeni bir vatan.
Ailenin her bireyinden 2 bin Avro alan birileri onları önce İran sınırından Türkiye’ye sokmuş, ardından İstanbul’a getirip bir bodruma kapatmışlardı. Bodrumdan dışarı adım atmak yasaktı ve bodruma her gün yeni insanlar getiriliyordu. Bunlar ne olursa olsun kendilerine yeni bir yurt arayan insanlardı. Sayıları 15’i bulmuştu.
Küçük mülteci kız herkesin sevgilisiydi. Bodrum katındaki yedi kadın, onu sırayla en güzel ninnilerle uyutup en güzel masallarla uyandırıyorlardı. Bu masallarda en çok gidilecek yeni yurttan söz ediyorlardı, bu yurdun suyu şifalıydı, otları miski amber kokuyordu ve bu yeni yurtta ölümün yeri yoktu, insanlar aşk acısı çekmezdi, sevenler sevdiğine kavuşur, kırk gün kırk gece düğün dernek yapılırdı.
Bodrumda hiç konuşmayan dedeler de vardı, yerinde duramayan delikanlılar da... Dedeler her dem iç çekerek tütün sararken içlerinden dua ederlerdi:
“Yarabbi, bize yeni bir yurt nasip eyle ama öldüğümüzde vatanımıza gömsünler bizi, ölümüzü yaban ellerinde bırakma.”
Delikanlılar sigara üstüne sigara içerken hayal kuruyorlardı. Bu hayallerde hiç yenilgi yoktu, hiç aşağılanma yoktu, hiç başarısızlık yoktu. Hele bir özgürlüğe kavuşsunlar, dağı taşı delip geçerlerdi.
Bodrumdakilerin sayısı 20’yi bulmuştu, otuz gündür burada hapistiler. İşte nihayet beklenen an gelmiş, bir minibüse bindirilip yola koyulmuşlardı. Özgürlük yakındı artık. Küçük mülteci kızın annesi, kızına yola çıktıklarından beri çantasında özenle sakladığı kırmızı bir elbise giydirmişti. Birisi göz boncuklarından yapılmış bir bilezik takmıştı koluna, saçlarını iki yana tarayıp tokalarla süslemişlerdi.
Minibüsün içinde birbirlerinin kalp atışlarını dinleyerek ilerliyorlardı.
Saatler sonra minibüs bir yerde durdu. İndiler, deniz kıyısı bir yere gelmişlerdi. Akşam olmak üzereydi. Minibüsün şoförü kıyıdaki kayaların arasına gizlenmiş iki lastik botu gösterip “İşte” demişti, “Midilli, yani Yunanistan karşı kıyı, sabah erken saatlerde botlara binip şu kürekleri çekerek oraya varırsınız. Yolunuz açık olsun”.
Minibüsün şoförü bunları söyleyip toz olmuştu. Yirmi kişilik topluluk öylece kalakalmıştı, geceyi soğuktan donarak, titreyerek geçirdiler, sabahleyin botlara binip küreklere asılmaya vakit bulamadan Türk sahil güvenliğine yakalandılar.
Cümle hayaller suya gitmişti.
Ben küçük mülteci kızını yirmi kişinin getirildiği Assos kıyı karakolunda gördüm.
İlk kez bir mülteci topluluğu görüyordum, suskundular ve kırmızı elbiseli küçük mülteci kızın yüzündeki çaresizlik ürkütücüydü, sanki yüz yaşındaydı.
Karakolda askerler onlara çorba ikram etti ve inanın o gün kıyıdaki herkes vatan toprağından zorunlu olarak kopmanın ne demeye geldiğini düşündü. Aynı gün Assos’a komşu Gülpınar’da kırk mülteci daha yakalandı. Kırmızı elbiseli küçük mülteci kıza ne oldu, bilmiyorum.
Bu olay 2009 yılında oldu. Ben daha sonraları Suruç’ta, Maraş’ta, Antep’te gittiğim mülteci kamplarında o kırmızı elbiseli mülteci kızın sarı saçlı, siyah saçlı kardeşlerini gördüm. Mülteci kamplarının ortasında, yırtık bir topun peşinden koşturduklarını gördüm. Onlara masal anlatan annelerini, ninelerini gördüm. Suskun dedelerini, babalarını gördüm. Akdeniz’e dökülmüş ölülerini gördüm. Ege’nin nasıl mülteci mezarı olduğunu gördüm. Dünyanın, tüm kırmızı elbiseli kız çocuklarına nasıl kayıtsız kaldığını gördüm. En önemlisi, savaştan kaçıp ülkemize sığınan Suriyeli mültecilerin sokaklarımızda istenmeyen insanlar olarak nasıl aşağılandığını gördüm.
Bu dünya artık merhametini yitirmiş bir dünya. Bütün yağmurlarda, bütün rüzgârlarda o kırmızı elbiseli kızın acılı gözyaşları var. Gerisi nedir ki?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları