Munzur’un Sırları (2) Dağlar, Taşlar ve Su Kutsal…

29 Nisan 2015 Çarşamba

Geçen pazar günkü yazımda, Dersimli 84 yaşındaki Celal Bey’in inat hikâyelerini sizlere aktarmıştım. Şimdi yıllarca savaş görmüş bu topraklarda dolaşmaya çıkıyoruz. En doğrusu kentte ve bu topraklara hayat veren Munzur Nehri’nin hırçın sularını takip etmek.
Munzur bizi önce halk arasında 38 kayalıkları olarak bilinen, Alevi- Kürtlerin kurşuna dizildiği kayalıklara götürüyor. 38’de yüzlerce Alevi- Kürt baba, ağabey, kardeş ailelerinden koparılıp Munzur’a tepeden bakan bu kayalıkların üstüne getiriliyor. Dağ, taş sesini soluğunu tutuyor. Ve yeryüzü bir kez daha kardeşin kardeşi öldürdüğü bir zaman parçasına tanık oluyor.
Bu kardeşin kardeşi öldürdüğü zaman parçasına daha sonraları dağıtılan, yakılan köylerden yükselen feryatlar katılıyor, dağlarda ve yaylalarda ölen çocukların şaşkın sesleri katılıyor. Dağılan ailelerin acı hikâyeleri katılıyor. Kısaca dostlar bu topraklar acıyla öylesine iç içe olmuşlar ki, kentte ve çevresinde yaşayanların türkülerinde, anılarında sadece hüzün ve acı var.
Hırçın Munzur’u takip etmek en iyisi. Çünkü o bizi hiçbir kentte bu kadarını görmediğim ziyaret yerlerine götürecek. Evet, hiçbir kentte, hiçbir toprak parçasında bu kadar ziyaret yeri yok. Ve bu ziyaret yerlerinin çok ilginç hikâyeleri var. Şimdi Düzgün Baba’yı ziyaret ediyoruz. Benden size bir bilgi, çevrenizde Düzgün adlı kadın ya da erkek biri varsa, adının nereden geldiğini bir sorun. İhtimal Düzgün Baba’dandır.
Evet, bölgede var olan Düzgün Baba efsanesinin nereden geldiğine bir bakalım. Bilinmektedir ki ilk dönemlerde bölge Hıristiyanlığı kabul etmeyen Zerdüşti Ermenilerin sığınma yeridir. Sığınanların önemli bir miti vardır: Mithra. Ermeni Mithrası dürüstlüğü temsil eder. Düzgün Baba’nın adı da Kırmanca Dızgın/ Duzgun’dur. Türkçeleşme durumundan ötürü Düzgün adını almış. Alevi-Kürt inancına göre Dızgın/ Duzgun da doğruluk miti olarak kabul ediliyor. Hatta Dersimliler arasında şu söz çok kullanılır. “Davamı Düzgün Baba’ya havale ettim.” Yani Dızgın/ Duzgun Mithra’nın bir yeri, zamanlar uzantısı olduğu söylenmektedir. Bunu savunan tezlerin başında her ikisinin de çoban olması gelir. Şöyle de denilebilir, bölgeye sonradan gelen Kürt aşiretleri Mithra’yı bir veli olarak kabul etmişlerdir. Adını da Dızgın /Duzgun koymuşlardır. Efsaneye göre, Duzgun çok önemli bir velidir. Çobandır ve karlarla kaplı topraklarda herkesin sürüsü cılızlaşırken, onun sürüsü gitgide semirmektedir. Bir gün babası merak eder ve oğlunun sürülerini otlattığı yere gider. Ne görsün, oğlu kuru dallara asasıyla bir dokunuyor dallar yemyeşil yapraklara bürünüyor ve keçiler güle oynaya otluyorlar. İşte tam bu sırada, babanın ayağı bir taşa çarpar ve ses çıkarır. Keçilerden biri ürker, oğlan o tarafa döner ve keçiye “Ne o kurt mu gördün?” der. Ve yaprakların arasına gizlenmiş babasını görür, utanır ve dağlara doğru kaçar. Kaçış o kaçış.
Ben de Düzgün Baba’da bir mum yakıyorum, barış için. Bitmedi... Derviş Cemal, Sarı Saltık, Ana Fatma, Zülfükar Dede ve Munzur gözelerini ziyaret edip, hepsinde de birer mum yakıyorum. Benimle birlikte gelen Dersimliler, taşları, ağaçları öpüp öyle mum yakıyorlar. Evet, burada eski pagan kültürünün izleri hâlâ sürüyor. Doğadaki her şey kutsal burada. Hayvanlar da öyle, özellikle de dağların efendisi dağkeçileri. Onlarla ilgili çok hikâye var, biri şöyle, üç dağkeçisi kar çok yağdığı için açlıktan öleyazınca üç haneli bir mezranın kapısına gitmişler. Üç haneden her biri birini almış. İki hane dayanamayıp keçileri kesip yemiş, üçüncü hane kesmemiş, baharda onu doğaya bırakmayı düşünmüşler. Sonra bir çığ gelmiş, keçileri kesen iki haneyi alıp götürmüş, üçüncü hane dimdik ayaktaymış.
Dağlar, taşlar, sular kutsal olunca, elbette avcılık neredeyse lanetlenmiş. Bu nedenle yabandomuzları az miktarda ekili tarlalara girip burunlarını her yere sokuyorlar. Ayılar, az sayıdaki evlerin yakınlarına gelip, armut ağaçlarını öyle bir silkeliyorlar ki ağaçta tek bir armut ve yaprak kalmıyor.
Evet, buraların hikâyeleri öyle çok ki, şimdilik izninizi istiyorum ve günü Munzur gözelerinde Tanrı misafiri olarak davet edildiğim, bir Alevi dedesinin sazıyla sözüyle şenlendirdiği masada türkü dinleyerek bitiriyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları